ÖZGÜRLÜĞÜN, BARIŞIN, İLERLEMENİN VE DÜRÜST YAŞAMIN GÜVENCESİ: LAİKLİK (1. Bölüm)

ÖZGÜRLÜĞÜN, BARIŞIN, İLERLEMENİN VE DÜRÜST YAŞAMIN GÜVENCESİ: LAİKLİK  (1. Bölüm)

01/07/2016

Görünüm

Son yıllarda Türkiye gündeminin başlıca tartışma konularından biri laiklik oldu. Aslında buna düşünsel düzeyde karşılıklı ve doğruya ulaşma amaçlı bir tartışma diyebilmek zor; laiklik ilkesi ve uygulaması aleyhine bir saldırı sağanağından söz etmek daha doğru olur. Gün geçmiyor ki, Anayasa’da Cumhuriyet’in temel bir niteliği olarak yer alan ve ayrıntılı biçimde tanımı yapılan laiklik ilkesine karşı, siyaset dünyasından ve sivil toplumdan gelen sataşmalar olmasın.

Laikliğe yönelen eleştiri, karşı çıkış ve saldırılar yepyeni şeyler değil kuşkusuz, daha önce de vardı. Ancak şimdilerde bu saldırılar, eskiden olduğu biçimiyle Cumhuriyet devrimini ve çağdaş uygarlık değerlerini oldu bitti benimsemeyen çevrelerin alt perdeden eleştirileri ya da üç beş kaçığın açıktan işi olmaktan çıktı. Ulusal egemenliğin somutlaştığı birincil organ olan TBMM’nin başkanı, laiklik ilkesinin Anayasa’dan çıkarılmasını isteyebiliyor. Laiklik ilkesi doğrultusunda görev yapması Anayasal bir zorunluluk olan Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB),  bu ilkenin altını oyan girişimlere sürekli sessiz kalıyor, çoğunlukla da onlara zemin hazırlayıp kol kanat geriyor. DİB başkanı, son 200 yıldan beri dökülen kanların sebebi olarak laisizmi (sekülerizmi) gösterebiliyor. Her gün yazılı ve görsel medyada, özellikle kadın haklarına ve kişisel yaşam tercihlerine yönelik, en kaba softalık türünden saldırılar yer alıyor. Bunların bir kısmı kan dökme, can alma boyutuna ulaştı. Kısacası günümüz Türkiye’sinde laiklik, azgın ve çok yönlü bir karalama bombardımanı altında günbegün güçsüzleştirilmeye ve ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır.

Laikliğe yönelik saldırılar artık sadece ülke içi bir olgu da değildir. Siyasal İslamcılığın Selefi kolu, silahlı terör örgütleri aracılığıyla, kendi inançlarını paylaşmayan iktidarlara ve ülkelere karşı cihad açmış durumdadır. Dinsel ideoloji kılavuzluğundaki şiddet ve silahlı eylemler Afganistan, Pakistan, Irak, Suriye, Yemen, Somali, Nijerya ve Libya gibi İslam ülkeleriyle de sınırlı değildir. Radikal İslamcı terör çetelerinin küresel ölçekteki eylemlerine ABD, İspanya, Rusya, Fransa, Belçika ve İngiltere’de de tanık olduk. Kaldı ki Türkiye’de de önce El Kaide’nin, son dönemde ise IŞİD’in gerçekleştirdiği katliamlar yaşandı.  İslamcı terör tehdidi halen canlı ve güncel bir olgudur. Ayrıca bu örgütlere TC yurttaşlarından da katılımlar olduğu, sivil ve resmi düzeyde sempati beslendiği, dolaylı ya da doğrudan destek sağlandığı ortaya çıkmıştır.

Bu koşullarda din ve siyaset ilişkisini yeniden ele almak, laikliğin ne olup ne olmadığı üzerinde durmak, demokrasi ve barış açısından taşıdığı önemi vurgulamak ve bu konuda gösterilmesi gereken titizliğin gereğini belirtmek bir yurttaşlık görevidir.

Konunun tek bir ülke açısından bile çok boyutlu, geniş kapsamlı ve alabildiğine karmaşık olduğu tartışma götürmez. O nedenle bu yazıda, laikliğe ilişkin bazı kavramlara açıklık getirilmeye çalışılacak; dünyadaki laiklik uygulamalarına, Türkiye’de laikleşme sürecinin kısa tarihçesine ve güncel sorunlarımız ile laiklik ilkesi arasıdaki ilişkiye değinilecektir.

Sözcükler ve Anlamları

Bu konuda hemen bütün dünyada ve bizde kullanılmakta olan iki ana sözcük vardır: Laik  ve Seküler. Bu sıfat sözcüklerden de isim ve fiil halleri olarak, laiklik, laisizm, laikleştirme(k); sekülerlik, sekülerizm, sekülerleştirme(k) sözcükleri türetilmiştir. 

Öncelikle laik sözcüğünün günümüz Fransızcasına ait laïc ya da laïque sözcüklerinden; seküler sözcüğünün ise günümüz İngilizcesine ait secular sözcüğünden geldiğini belirtelim. Ancak köken olarak her iki sözcük de Fransızca ve İngilizce olmayıp, kökleri Eski Yunancaya ve Orta Çağ Latincesine kadar uzanır.

Laik sözcüğünün kökü eski Yunancada laos, Orta Çağ Latincesinde laicus idi ve her ikisi de sıradan halk, ahali, halktan olan, halka ait, ruhban sınıfı dışında kalan anlamına geliyordu. Seküler sözcüğünün kökü ise Latincede çağ, devir, kuşak anlamına gelen saeculum sözcüğünden türeme olup; bir çağa ve bir kuşağa ait bulunan, belli bir zaman diliminde bir kez ortaya çıkan ya da kutlanan anlamındaki saecularis sözcüğüne dayanmaktadır. Bu sözcük 14. yüzyıldan itibaren İngilizcede ve Fransızcada seculer (şimdi sırasıyla secular, séculier) şeklinde ve dinsel düzen dışındaki dünyaya ait olan, uhrevi olmayan, dünyevi anlamında kullanılmaya başlandı.

Kökenleri yüzlerce yıl geçmişe uzanan “laik” ve “seküler” sözcükleri zaman içinde evrim geçirmişler ve bugünkü modern anlamlarını son 200 yıl içinde kazanmışlardır. Bu sözcüklerin ansiklopedilere ve sözlüklere girişi de aşamalı biçimde gerçekleşmiştir. Bizde daha önce lâdini (dindışı) sözcüğü kullanılmış, yaklaşık 100 yıldan beri de hep laik sözcüğü kullanılagelmiştir. Türk Dil Kurumu sözlüğünün, örneğin 1992 baskısında bulunmayan seküler sözcüğüne ise ancak yakın tarihte yer verilmiştir. Bu konuya ilişkin inceleme ve araştırmalarda da seküler, sekülerizm, sekülerleşme gibi kavramların kullanımına son 20 yılda geçilmiştir. Aynı durum dünyaca ünlü ansiklopedilerin Türkçe baskılarında da söz konusudur. Örneğin Encyclopaedia Britannica’nın 1986 sonrasında Ana Britannica adıyla Türkçeye kazandırılan baskısında, seküler ya da sekülerizm  maddelerine yer verilmemiş, konu laiklik başlığı altında ele alınmıştır. Grand Dictionnaire Encyclopédique Larousse’un, Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi adıyla 1992’de yayınlanan Türkçe baskısındaysa seküler sözcüğü sadece bir gökbilim deyimi olarak alınmış ve yüzyıllık karşılığı verilmiştir.

Bu noktada ek bir bilgi olarak Fransızca laïque ya da laïc sözcüğünden türeyen laïcité (laiklik) kavramının ilk kez 1871’de Fransa’da ve “ilkokulların din adamı eğitmenlerden ve dinsel öğretimden arındırılması” anlamında kullanıldığını belirtelim. Benzer şekilde, secular sözcüğünden George J. Holyoake tarafından türetilen secularism kavramının da ilkin 1851’de İngiltere’de, “dinden bağımsız bir toplum düzeni” anlamında kullanıldığını ekleyelim.

Sözcüklerin kökenini ve sözlükteki karşılıklarını kısaca gördükten sonra, günümüzde kazandıkları modern anlam ve tanımlara geçebiliriz. Bu aşamada hemen şunu görüyoruz. Artık gerek Fransızca, gerek İngilizce sözlük ve ansiklopedilerde, laïc ve secular sözcükleri eşanlamlı sözcükler olarak yer almaktadır. Aynı durum onlardan türetilen kavramlar için de geçerlidir; örneğin laïc karşılığı secular, laïcité karşılığı da secularism gibi. Bu kavramların ayrıntılı tanımları da birbirine hemen hemen özdeş bir içerikle yapılmaktadır. Bugün bizde de artık laiklik yerine sekülerizm, laik yerine seküler, laikleştirme yerine sekülerleştirme denilebilmektedir.

Kavramlaşma Süreci

Laiklik ve sekülerizm, her ikisi de, varoluşları bakımından Batı Avrupa’daki Rönesans ve Reform hareketlerinin, modern bilimin doğuşunun, kapitalist ekonomik ilişkilerin gelişimi eşliğinde ortaya çıkan burjuvazinin feodaliteye kaşı giriştiği iktidar savaşımının ve bütün bunların düşünsel yansıması ve ideolojisi olan Aydınlanma Felsefesinin ortak ürünleridir. Her ikisi de Kilisenin gücünün ve yetkisinin sınırlandırılması; doğa, toplum ve insan anlayışının dinsel dogmalardan kurtarılması; hukukun, eğitimin ve ahlakın dinsel metinlerden ve mistik inançlardan bağımsız temeller üzerinde inşa edilmesiyleyle ilgilidir. Dolayısıyla birbirleri yerine ikame edilmeleri doğaldır. Buna karşın yine de laiklik ile sekülerizm arasında, bu ilkelerin yüzyıllara yayılan evrim sürecini belirleyen ülke koşulları ve özelde de felsefi anlayışlardan gelen bir süreç farkı bulunmaktadır.

Laiklik ilkesi Rasyonalist felsefenin bir ürünü olup, öncelikle akla dayanan bir çözümdür. René Descartes, Gottfried Leibniz, Nicole Melabranche ve Baruch Spinoza gibi Kıta Avrupası filozoflarının öncülük ettiği rasyonalizm, bilginin kaynağı olarak aklı esas alır ve genel doğrular temelinde usavurum yöntemiyle kavram oluştururlar. Bu felsefi anlayışta yaşanmışlık, geçmişin deneyimleri ve var olan somut gerçekler de kuşkusuz göz önünde tutulur. Ancak rasyonalistler için aslolan, geçmişin deneyimlerinden çok, geleceğe yönelik öngörüler, düşünceler, kurum ve kural tasarımlarıdır. Bu tasarımların pratik ile uyuşumu, uygulanma zorluğu ve külfeti ikincil önemdedir. Önemli olan, akla dayanan tasarımın gerçekleştirilmesidir. Bu yönüyle rasyonalistler “devrimcidir”, onların geliştirdiği laiklik ilkesi de devrimci bir nitelik taşır, radikal değişiklikler öngörür.  Nitekim bu ilkenin Fransa’daki hayata geçiş biçimi köktenci, çatışmalı, bir ara tüm kiliselerin kapatılmasına ve Katolik ritüellerin yasaklanmasına kadar giden sert ve iniş çıkışlı bir seyir izlemiştir. Aynı sert çatışmalar ve iniş çıkışlar gösteren seyir, Fransız siyasal tarihinde de yaşanmıştır. Kuşkusuz her iki sürece bu nitelikleri kazandıran temeldeki etken, Fransa’daki sınıfsal yapılanma ve sınıfların karakteristik özellikleridir. Fransız laiklik modelinin etkisini, genelde Kıta Avrupası yanında ayrıca Kanada, Meksika ve bazı bakımlardan da Türkiye’de görmekteyiz.

Sekülerizm ise, Aydınlanma Felsefesi’nin bir diğer ekolünü oluşturan ve Francis Bacon‘dan başlamak üzere Thomas Hobbes, John Locke, George Berkeley, David Hume ve John Stuart Mill gibi asıl temsilcilerini İngiltere’de bulan Empirisizmin (deneycilik, empirizm veya ampirizm) ideolojik rehberliğinde ilerleyen bir süreç oldu. Empirisizme göre bilginin kaynağı, doğadan ve toplumdan duyular aracılığıyla edinilen gözlemlerdir. İnsan zihni doğuştan boş bir levhaya (tabula rasa) benzer, içinde bilgi yoktur. Biz o levhayı deneyim ve gözlemlerle doldururuz. Ya değilse akıl tek başına bilgi üretemez. Bu yaklaşımın bir sonucu olarak empirisist filozoflar, 1644-1651 yılları arasında yaşanan ve Kral I. Charles’ın idamıyla sonuçlanan İngiltere İç Savaşı’nın, Avrupa genelinde yaşanan devlet-kilise çatışmalarının, din ve mezhep savaşlarının gözleminden hareketle, uzlaşmacı bir formüle ulaşmışlardır. Onlara göre devlet ile kilise ya da mezhepler, birbirlerini yok etmektense bir arada yaşamanın yollarını bulmalıdırlar. Her biri kendi görev alanlarına çekilmeli, bireylerin gerek kilise, gerek devlet karşısındaki özgürlüğü de bu geri çekilmenin yarattığı denge içinde sağlanmalıdır. Bu, birinin ötekine karşı hoşgörülü olmasını gerektirir. Empiristleri bu uzlaşmacı yaklaşıma götüren asıl etken, kilise ile devlet arasındaki ve her ikisi içindeki çatışmaların külfetini çekenin halk, daha doğrusu yükselen burjuvazi olduğu gözlemidir. Onlar, toplumdaki kapitalist gelişmenin önünün açılması ve iktidarın burjuvazi ile paylaşılması saikiyle hareket etmişlerdir. İngiltere’nin o günkü ekonomik ve sosyal koşulları bu yaklaşımın doğup güçlenmesine uygun bir ortam oluşturmuş ve evrimci bir laikleşme sürecini olanaklı kılmıştır. Aynı şey, İç Savaş’ı izleyen yıllarda siyasal demokrasinin geçirdiği evrimci süreç açısından da geçerlidir. Nitekim bugün İngiltere’de tamamen sembolik bir değeri ve etkisi olsa da gerek meşruti krallık, gerek devlet kilisesi statüsünde Anglikan Kilisesi yaşamaktadır. Kuşkusuz bu durum, İngiltere’yi daha az demokrat, daha az seküler (laik) yapmamaktadır. Tam tersine İngiltere her iki bakımdan da en ileri ve en olgun örnek olma konumunu koruyagelmiştir.

Yaşadıkları bu farklı sürece karşın laiklik ve sekülerizm bugün kazandıkları içerik ve anlam bakımından özdeş hale gelmişlerdir. Aynı anlam havuzunda buluşmuşlardır. Geçmişte farklı süreçler yaşamış olsalar da, bugün her ikisi de aynı şeyi ifade etmek için kullanılmaktadır. İçinde yaşadığımız dönemde bu kavramların ifade ettiği şeyleri, birbirinden farklıymış gibi göstermek ve biri ötekine seçenekmiş gibi sunmak, zorluğun da ötesinde gereksizdir. Bu görüş ve sunuş biçimi çoğu kez de, örneğin Türkiye’de olduğu gibi, laikliği sulandırmak ve/veya büsbütün ortadan kaldırmak isteyenlerin bir çarpıtma çabası olarak ortaya çıkmaktadır. Onlara göre sert/katı olan laiklik yerine, sekülerizmin getirilmesi gerekir. Oysa günümüzde bu iki kavram arasında içerik ve anlam bakımından artık hiçbir fark yoktur. O halde hem sözcük enflasyonundan sakınmak hem de çarpıtma çabalarını savuşturmak için, bu kavramları yeri uygun geldikçe birbirinin yerine kullanabiliriz.

Laikliğin Tanımı, İşlevi ve Güncel Uygulaması  

Laiklik ya da sekülerlik bir devlet yönetimi ilkesidir. En genel ve kısa tanımıyla, siyasal ve toplumsal organizasyon ve işleyişin, devlet ile dinin ayrılığı temelinde gerçekleştirilmesidir. Bu genel tanımın açımlamasını yaptığımızda, laiklik ilkesinin devlet, siyaset, toplum, eğitim ve ahlak alanındaki izdüşümleri şöyle sıralanabilir:

* Laik devletin belli bir dini, belli bir mezhebi olamaz. Laik devlet, belli bir dinsel inancı savunamaz, yayamaz, onu mali yardımla destekleyemez; dinsel inanç sahibi yurttaşlar ile belli bir dinsel inancı olmayan yurttaşlar arasında ayırım yapamaz; herhangi bir dinsel inancı ya da inançsızlığı yasaklayamaz, yasal hak ve özgürlüklerden dışlayamaz. Herhangi bir dinsel inanca veya inançsızlığa karşı başka kişiler ya da gruplar tarafından yöneltilen baskı ve şiddeti önlemek, laik devletin görevidir.

* Laik bir devlette hiç kimse devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini din kurallarına dayandırmak ya da kişisel çıkar ve nüfuz elde etmek için din duygularını ve dinen kutsal sayılan şeyleri sömüremez ve kötüye kullanamaz. 

* Laik bir düzende dinsel kişi ve kurumlar devlet işlerine, dünyevi alana ve de yurttaşların düşünce ve inanç özgürlüklerini ve yaşam biçimlerini kısıtlayıp engelleyecek biçimde özel hayata müdahale edemez. 

* Laik devlette hukuk düzeni, dinsel dogmaları referans alamaz; tüm yurttaşların yasa önündeki eşitliğini ortadan kaldıran din kaynaklı hukusal düzenlemeler yapılamaz.

* Laik bir devlette eğitim, dinsel inançlara ve yöntemlere göre değil, bilimsel bilgi ve bulguları esas alan, evrensel gelişim ve değişimleri izleyen ve yurttaşların maddi ve manevi nitelikteki dünyevi gereksinimlerini karşılamayı amaçlayan bir anlayışla örgütlenir.

* Laik bir toplumda kişiler dinsel inancı ya da inançsızlığı nedeniyle kınanamaz; din buyruklarını yerine getirdiği ya da getirmediği gerekçesiyle suçlanamaz; her yurttaş eşit biçimde inanç, düşünce ve vicdan özgürlüğüne sahiptir.

* Laiklik dinsel inanç karşıtlığı ve dinsizlik olmadığı gibi, dinsel inançsızlığın doğrudan karşıtı veya yandaşı da değildir.

* Laikliğin esasını oluşturan “din ile devletin birbirinden ayrılması” kuralı, din alanında isteyenin her istediğini dinsel inanç kisvesi altında serbestçe yapabilmesi anlamına gelecek şekilde yorumlanamaz. Bu durumda laik devletin, kişi hak ve özgürlüklerini güvenceye alan hukuk düzenini korumak üzere ve yasalara uygun biçimde müdahale hakkı vardır.

Dünyada Durum

Laiklik ilkesi, bugün var olan devletlerin yarıdan çoğunda anayasa hükmü olarak yer almıştır. Yukarıda sayılan koşulları farklı ölçülerde de olsa kavrayacak biçimde, devlet ve din ayrılığına anayasalarda atıf yapılmıştır. Bu bağlamda halen 100’ü aşkın ülke, laiklik ilkesine anayasa düzeyinde yer vermiş bulunmaktadır. TBMM başkanının laikliğin anayasadan çıkarılmasını önerirken söylediği, “zaten dünya genelinde de böyle” sözü gerçek dışıdır.

Kırmızı: Seküler olmayan ülkeler

Mavi: Seküler ülkeler

Gri: Bilinmiyor

 

Laiklik ya da sekülerlik kavramlarına anayasalarında gönderme yapmayan, ama bir din veya kilise ile herhangi bir bağlantıya da yer vermeyen ikinci bir grup ülke ise gerek yasa düzeyindeki düzenlemelerle, gerek pratikteki uygulamalarla bu ilkeyi fiilen yaşama geçirmişlerdir. Örneğin Almanya için durum budur.

Üçüncü grubu, belli bir din ve kilise ile bağını koruyan ya da belli bir dine ve kiliseye ayrıcalıklı yer veren, dinsel kurumların geçmişten gelen kimi ayrıcalıklarını (örneğin vergi almak, göreve başlarken din adamınca kutsanmak, İncil üstüne yemin etmek, Lordlar Kamarasında temsilci bulundurmak vb) ülkeler oluşturur. Örneğin İngiltere, Danimarka, Finlandiya, Yunanistan, Arjantin, El Salvador ve (2012’ye kadar) Norveç, bu kategoridedir. Ancak sözü edilen ayrıcalıklar tümüyle sembolik mahiyette olup, bilindiği üzere anılan ülkelerdeki siyasi, toplumsal ve kültürel sekülerleşme, önceki iki grupta yer alan ülkelerden özü itibariyle faklı değildir.

Bu üç gruba girmeyen, anayasasında açıkça din devleti olduğunu, siyasal ve toplumsal yaşamın o dinin kurallarına göre örgütlenip yönetileceğini belirten ülkeler de bulunmaktadır. Bunların büyük kısmı, nüfusunun ezici çoğunluğu Müslüman olan ülkelerdir. Nitekim belirtilen nüfus yapısına sahip 50 İslam ülkesinden 26’sı İslamı devlet dini olarak  benimsemiş ve Kur’an, Hadis, İcma ve Kıyas dörtlüsünden oluşan İslam Şeriatını esas almıştır. Geri kalan 24 ülkeden Suriye, Irak, Endonezya,  Siera Leone, Mali ve Nijer gibi ülkelerde ise Şeriat ile laik hukuk kuralları yan yanadır ve yarı laik bir düzen yürürlüktedir. Modern anlamıyla laiklik ilkesinin anayasada yer aldığı Müslüman çoğunluklu ülkeler Türkiye Cumhuriyeti, Arnavutluk, Türki cumhuriyetler ve Afrika’daki bazı eski sömürgelerle sınırlıdır.

Bu bölümü bitirmeden önce iki noktanın altını çizmek uygun olur: Yukarıdaki gruplandırmayı mutlaklaştırmamak gerekir. Aynı grup içinde yer alan ülkelerdeki laik ya da dinsel sistemin kural, yöntem ve kurumları tornadan çıkmışçasına birebir aynı değildir. Aralarında işin özünü değiştirmeyecek farklılıklar her zaman bulunur. Laiklik ilkesini en eksiksiz biçimiyle benimsemiş ve anayasa düzeyinde tanımlamış olsa bile, hiçbir ülke geçmişten kalan tüm dinsel ögeleri devlet işlerinden, hukuk sisteminden ve siyasi yaşamdan ayıklamış sayılamaz. Bu sembolik nitelikteki kalıntıların varlığı ve uygulamadaki çeşitlilik, laikliğin çağdaş ve temel bir yönetim ilkesi olduğu gerçeğini değiştirmez.

İkinci vurgulanması gereken nokta, yaklaşık son 230 yıldan bu yana sekülerizmi benimseyen devletlerin sayısında sürekli artış olmasıdır. 18. yüzyılın sonunda, dünyada din ve devlet işlerini birbirinden yasal düzeyde ayırma yoluna girmiş tek ülke bulunuyordu: ABD. Gerçekten de 11 kurucu devletin onayı ile 13 Eylül 1788’de yürürlüğe giren ve dünyada ilk kez din ve devlet işleri ile ilgili seküler hükümler getiren anayasa ABD Anayasasıdır. Bu anayasanın VI. Maddesi’nin 3. Bendi, “herhangi bir kamu dairesinde ya da vakfında görev almak için yeterlik olarak hiçbir şekilde dinsel ölçü (test) şartı aranmayacağını” öngörmüştür. Anayasaya 1789’da getirilen Din ve Özgür İfade başlıklı 1. Ek (First Amendment)  “Kongre’nin bir din kurumunu referans alan hiçbir yasa yapamayacağını” hükme bağlamıştır. O günden bu yana hem laikliği benimseyen ülke sayısı artmış hem de laikliği güçlendirici yeni düzenlemelere gidilmiştir. Son zamanlarda laiklik ilkesini terk ederek, dini yeniden temel yönetim ilkesi olarak benimseyen iki ülke Irak (1968) ve İran (1979)’dır.

Birinci bölümün sonu. Gelecek sayı devam edecektir.

Muharrem Kılıç