Ateizm ile felsefe arasında yıllar içinde niteliği değişen bir ilişki mevcut. Uzun yıllar önce ateizmle ilgili olarak yazıp çizmiş kişilerin neredeyse tamamının bir şekilde felsefeyle ilgilenmiş olduğunu biliyoruz. Ancak günümüzde felsefeye ağırlık veren ateizmin popülerliğinin, oran olarak düşüşte olduğunu görebiliyoruz.
Ateizm konusunda ağırlık, gösterişli bir şekilde felsefeden bilime kaydı. Artık ateizmle ilgili popüler kitapların ana temalarını teşkil eden iki şey var: Birincisi, dinin insanlık için ne kadar zararlı olduğu ve bu yüzden dinle mücadele edilmesi gerektiği; ikincisi, bilimin dini inancı -ve genel olarak Tanrı inancını- ne şekilde gözden düşürdüğü...
Bu iki iddia pek tabii doğru olabilir. Bunların incelenmesi ayrı yazılar gerektirir. Amacım, arkasını felsefeye yaslamış “eski moda” bir ateizmin neden bunu yapmayan “yeni moda” ateizmden daha üstün olduğunu göstermek. Ateizmde felsefenin rolünü sormadan önce, felsefenin ne olduğu sorusuna cevap vermeliyiz.
Felsefe Nedir?
Felsefenin ne olduğu sorusuna felsefeciler tarafından verilmiş çok sayıda cevap vardır. Ancak bu cevapların pek çoğu, son derece sınırlı bağlamlarda geçerli olacak şekilde verilmiştir. Felsefenin hakkıyla tanımlanması için, pek çok farklı felsefecinin, felsefe yaparken ne yaptığını anlamamız -yani filozofların çabalarındaki ortak özellikleri tespit etmemiz- gerekir. Bunun yapılamayacağı düşünülebilir. Belki de felsefecilerin giriştiği faaliyet, tıpkı Wittgenstein'ın oyun kavramıyla ilgili olarak söylediği gibi, ortak bir “öze” sahip değildir. Wittgenstein, oyun olarak adlandırdığımız etkinliklerin hepsinin barındırdığı ortak bir “çerçevenin” bulunamayacağını söylüyordu. Bu konuda haklı olup olmadığını bir kenara bırakalım, Wittgenstein'ın oyun kavramıyla ilgili iddiasının felsefeye uygulanabilir olmadığını düşünmemiz için nedenler vardır.
Yine de bu yazının amaçları için, felsefeyi kısaca tanımlamamız ve felsefeyi, felsefecilerin tatmin edici bulacağı derecede net bir şekilde tanımlamaya çalışmamız yerinde olur.
Bizim yapacağımız tanım, felsefenin belli türden sorular üzerine belli türden bir düşünme faaliyeti olduğudur.
Felsefenin ilgilendiği sorular, şeylerin doğalarıyla ilgilidir. Örneğin “X gitaristinin legato tekniğini geliştirmek için ne yapması gerekir?” sorusu felsefi bir soru değilken, “Sanatın evrensel bir tanımı var mıdır?”, “Estetik değer, objektif midir yoksa subjektif midir?” gibi sorular, sanat felsefesinin alanına girer. Çünkü direkt olarak, sanatın genel karakteristikleri ve kavramsal yapısı mercek altındadır. Din felsefesinin alanına giren sorular da benzer bir şekilde dini kavramlarla ilgilidir. Mesela “Tanrı var mıdır?”, “İnanç ve akıl arasındaki ilişki nasıl olmalıdır?” gibi sorular felsefi sorulardır. Ama “X dininin peygamberi ne zaman doğmuştur?” sorusu felsefi bir soru değildir. Felsefi soruları bazen felsefi olmayanlardan ayırt etmek zor olsa da, genelde “görünce tanınabilen” bir tarafları vardır.
Felsefenin yöntemi üzerine pek çok tartışma olmasına rağmen, bütün metodolojik tartışmaların uzlaştığı şeyin felsefenin eleştirel düşünebilmeyi, kapsamlı değerlendirmeler yapabilmeyi gerektirdiğinin düşünüldüğünü söyleyebiliriz.
Felsefenin Ateistler İçin Önemi Nedir?
Felsefe için yukarıda kabataslak yaptığım tanımın, ateizm için taşıdığı önemi anlamak için önce felsefenin ateist olsun, olmasın; herkes için önemli olmasına neden olan bazı özellikleri olduğuna dikkat çekebiliriz. Felsefe öğrenmek, iyi bir şekilde düşünebilmenin kurallarını öğrettiği için kompleks meseleler üzerine düşünebilme yeteneğini artırır. Zihinlerimizi “zinde” tutar. Bu yolla aynı zamanda kendimizi ifade etme yeteneğimizi de artırır. Bunun yanısıra, felsefi sorularla ilgilenmek pek çoğumuz için entelektüel bir sorumluluk gibi de görülebilir. Neden? Çünkü felsefenin ilgilendiği sorulardan en azından bir kaçını kendisine sormamış bir bireyin, eleştirel düşünme yeteneğini hayatında neredeyse hiç kullanmadığı; çevresindeki şeyleri anlamlandırmak konusunda zihinsel bir çaba harcamadığı söylenebilir. Böyle bir hayat -denebilir ki- son derece düz bir hayattır. Bu şekilde mutlu olan insanlar karşımıza çıkabilir elbette. Ama bu insanların yaşadığı hayatın entelektüel açıdan “arzulanılası” bir hayat olmadığı da makul bir şekilde iddia edilebilir gibi görünüyor.
Felsefenin özellikle ateistler için taşıdığı önemle ilgili olarak söylenebilecek pek çok şey var. İlk olarak ateistlerin -entelektüel açıdan sorumlu ateistler olmak istiyorlarsa- en azından kabul etmedikleri görüşlerin merkezi iddialarının neler olduğu hakkında bilgi edinmesi gerekmektedir. Bu da ister istemez, ateistlerin en azından temel düzeyde teizm, deizm, agnostisizm, panteizm gibi terimlerin ne anlama geldiğini öğrenmelerini ve dolayısıyla din felsefesiyle ilgilenmelerini gerektirir.
İkincisi, ateistlerin kendi görüşlerine karşı, en güçlü meydan okumaları, isteyerek aramaları gerektiği söylenebilir. Bir düşünün; eğer bir dindar, ateizmi sırf ateizmle ilgili pek fazla araştırma yapmamış ateistlerin iddiaları üzerinden eleştirip göz ardı etseydi, onun ateizmin hakkını vermediğini düşünmekte haklı olurduk. Aynısı, dindarların iddialarını araştırmayan, kendi görüşlerine karşı en iyi meydan okumaları ellerinden geldiğince aramaya çalışmayan ateistler için de doğru değil midir? Ateistlerin, dinin ve Tanrı kavramının “hakkını vererek” değerlendirme yapabilmeleri için, bu konularla ilgili felsefi tartışmalara en azından belli bir düzeyde aşina olmaları gerekir. Teizm ve deizm, doğaları gereği felsefi ögeler içeren görüşlerdir. Bu görüşlerin olabilecekleri en güçlü formlarında anlaşılabilmeleri için felsefe gereklidir. Bir ateistin, söz konusu görüşlerin inançlıların çoğu tarafından kabul edilen “basit” versiyonlarını muhatap alması yeterli değildir. Söz konusu görüşlerin en güçlü versiyonu -diyelim ki- 100 kişinin savunduğu bir versiyon olsa bile, bunun ateistler tarafından entelektüel düzlemde daha fazla ciddiye alınması gerekir. Elbette aktivizm ayrı bir konudur ve aktivizm açısından, ateistler dikkatlerini en fazla zarar verdiğini düşündükleri dini anlayışlara yöneltebilirler. Ancak bu farklı bir konudur.
Üçüncüsü, ateistlerin kendi görüşlerine yapılan meydan okumaları cevaplamayı öğrenebilmeleri için, felsefe öğrenmeleri gerekir. Neden? Çünkü Tanrı'nın varlığı lehine öne sürülmüş argümanların büyük bir çoğunluğu -özellikle de en fazla ciddiye alınanları- felsefi akıl yürütme içermektedir. Felsefe bilmeyen, felsefeyle ilgilenmeyen bir ateistin, bu argümanlara ciddi bir şekilde cevap verebilmesi son derece zordur. Bu, felsefe bilen bir teistin, felsefe bilmeyen bir ateistle tartışması durumunda, neredeyse her zaman rahatlıkla üstün gelmesini de beraberinde getirir. Elbette bir ateist, karşıt iddiaları görmezden gelerek yaşamına devam etmeyi seçebilir. Bazen bunu yapmak, pratik nedenlerden dolayı bir zorunluluk halini dahi alabilir. Çalışan birinin veya yoğun bir öğrencinin, sırf Tanrı'nın varlığı ile ilgili argümanları aylarca araştırmalarını beklemeyeceğiz elbette. Bu son derece gerçek dışı bir beklenti olurdu. Ancak karşıt görüşün argümanlarına tam olarak duyarsız kalmak, bir insanın benimsediği görüş konusunda yobazlaşmasının başlıca nedenlerinden biridir. Böyle bir ateizmi, tutum olarak bir kültten ayıran anlamlı bir fark var mıdır? Bir fark varsa da, bunu bulmanın çok zor olduğunu söyleyebiliriz. Bir ateist, temel düzeyde de olsa karşı tarafın argümanlarını anlamaya ve en azından kendince eleştirmeye çalışmalıdır.
Dördüncüsü, ateistlerin sadece karşı tarafın argümanlarını eleştirmekle kalmayıp, kendi argümanlarını öne sürebilmelerini sağlayan şey felsefi akıl yürütmedir. Tanrı'nın varlığını çürütmek için öne sürülen ateizm argümanları, iki temel kategoriye ayrılabilir:
- Çelişki argümanları,
- Tecrübeye dayalı argümanlar.
Çelişki argümanları, isminden de anlaşılabileceği gibi, Tanrı kavramında çelişkili bir şeyler olduğunu iddia eder. Bu çelişki iddiası, bir sıfatın kendi içinde çelişmesi veya iki ya da daha fazla sıfatın birbirleriyle çelişmesinden bahsediyor olabilir. Çelişki iddialarının savunulabilmesi için, ateistlerin Tanrısal sıfatlar ile ilgili yapılan tartışmalara aşina olmaları gerekir. Bir tanrısal sıfatın pek çok alternatif tanımı olabilir. Hangi tanımın kullanılması teistler için daha uygundur? Farklı tanımlarda keyfiyet mevcut mudur? Tanrı'nın tanımında ne türden çelişkiler vardır ya da var mıdır? Tanrı'nın tanımında çelişkiler olmasının bizlerin anlayışının sınırlılığından kaynaklandığı şeklindeki iddiaya ne demeli peki? Bu soruların felsefi sorular olduğu aşikardır. Kabataslak bir şekilde cevaplanmaya çalışmaları bile, bir ateistin felsefeyle uğraşmasını gerektirir.
İkinci argüman türü olan tecrübeye dayalı argümanlar, bizlerin gözlemlediği belli başlı olguların Tanrı'nın varlığına inancın makullüğünü düşürdüğünü iddia eder. Mesela ateizm lehine meşhur bir argüman, bilim tarihinden hareket eder. Bunun meşhur bir örneği, evrendeki kötülüğün miktarının ve türlerinin, Tanrı'nın varlığı aleyhinde kanıt teşkil ettiğini iddia eden kötülük problemidir. Kötülük problemini savunanların kullandıkları çıkarım biçimi, kötülüğü nasıl tanımladıkları, neden Tanrı varsa belli türden kötülükleri beklemememiz ya da çok daha az beklememiz gerektiği gibi sorulara cevap vermelidir. Bu da -tıpkı çelişki argümanlarında olduğu gibi- bir ateistin felsefeyle ilgilenmesi demektir.
Beşinci ve bu yazı için son olarak; bazı ateistler, ateizmi lehte argüman öne sürülen bir şey olarak değil; belli bir epistemik prensibe uygun hareket edilerek temellendirilebilen bir görüş olarak görürler. Epistemik prensiple uygulanmaları durumunda, bizlerin doğru şeyleri kabul etmesini ve yanlış şeylerden de kaçınmasını sağlayan kurallardan bahsediyorum. Mesela “Bir şeyin varlığını sadece lehte yeterli kanıt varsa kabul etmeliyiz” şeklindeki prensibi ele alalım. Bu prensip, çok sayıda ateist tarafından kabul edilmektedir. Ancak söz konusu prensibin kendisinin de gerekçelendirilmesi gerektiği iddia edilebilir. Bir şeyi, kanıtsız kabul etmememiz gerektiği iddiasının kanıtı nedir mesela? Bu iddianın bir kanıta ihtiyacı var mıdır? Bu iddia mantıksal olarak doğruluğu ispatlanabilen bir iddia mıdır? Yoksa temellendirilmesi için tecrübeye mi başvurulur? Söz konusu prensip her konuya ve nesneye eşit bir şekilde uygulanabilir midir? Peki, Tanrı'nın varlığı problemine uygulanabilir mi? Bütün bu sorular felsefi sorulardır. Ateistlerin ateizmi haklılandırmak (gerekçelendirmek) için kullanmak isteyebileceği bütün epistemolojik prensipler hakkında bu türden sorular sorulabilir. Eğer bir ateist, herhangi bir epistemolojik prensibi kullanarak ateizmini savunacaksa, söz konusu prensiplerin de temellendirilmesi gerekir ve bunu yapmak için felsefeyle -ve özellikle felsefenin bilgiyle ilgili problemlerle haşır neşir olan epistemoloji adlı dalıyla- uğraşmak gerekir. Ateizmi savunmanın, felsefeyle diğerlerine kıyasla daha ilgisiz görünen bu yöntemi bile, aslında felsefeden tamamen soyut bir şekilde ayrılarak savunulamamaktadır. Ateizm ve felsefe arasındaki ilişki çok sıkıdır. Bir ateistin, hele ki ateizmini bilinçli bir şekilde savunmak isteyen bir ateistin, yolu bir şekilde felsefeyle kesişecektir.
Sonuç Yerine
Pek çok ateist, bilimin verilerine kayıtsız kalmayıp ona önem verirken, felsefeyi -özellikle de ateizmle ilişkili olan din felsefesini- ihmal etmekte. Ana akım ateist camianın, felsefe konusundaki eksikliğiyle ilgili olarak, özellikle din felsefesiyle ilgilenen ateistlerin acilen bir şeyler yapması gerekmekte. Aksi takdirde görüşlerini hakkıyla savunmayı bilmeyen, entelektüel açıdan sorumsuz; sadece evrim videolarından, kutsal kitap eleştirilerinden ve karikatürlerden medet uman “kötü şöhretli” internet topluluklarından biri olarak anılmaya devam edeceğiz. Gerçek bir entelektüel mirasımız olmayacak. Bu konuda umut vaat eden gelişmeler olduğu söylenebilir. Mehmet Mirioğlu'nun yazdığı iki ciltlik “Tanrı’nın Alfabesi” adlı kitap ve Ateist Dergi'de yayınlanan felsefe yazılarının bu konuda öncü niteliği taşıdığını söyleyebiliriz. Ancak bu gelişmelerin yıllar sonra, Türkiye'de ateizmin çehresini değiştirmeye yarayıp yaramayacağını hep birlikte göreceğiz.