Kur’an’ın Evren Anlayışı

Kur’an’ın Evren Anlayışı

01/10/2016

Günümüzde evren denildiğinde aklımıza: Dünya, Ay, Güneş, Güneş Sistemi’mizdeki gezegenler ve uyduları, asteroitler, ötegezegenler, galaksimize ait milyarlarca yıldız, nebulalar, karadelikler, nötron yıldızları ve diğer milyarlarca galaksi gelir.

Bilimin geldiği noktayla birlikte kütle çekim kuvvetinin uzay denen esnek yapının bükülmesinden kaynaklandığını, evrenin genişlediğini ve bu genişleme hızının giderek arttığını biliyoruz. Elbette Kur’an’ın kaleme alındığı dönemde insanların evreni algılayış biçimi günümüzden oldukça farklıydı. O dönemde az önce bahsettiğim bilgilerin hiçbiri bilinmiyordu. Yaygın olarak inanılan düşünce, Dünya’nın düz ve sabit bir şekilde evrenin merkezinde olduğu ve Güneş’in, yıldızların ve diğer tüm gezegenlerin Dünya’nın etrafında döndüğü şeklindeydi. Kur’an’ın evren hakkındaki yorumlarını bu bilgiler ışığında inceleyeceğim.

Yer ve Gök

Kur’an ayetlerine bakarak bir evren tablosu çizmeye kalksaydık, günümüz için oldukça sığ bir tablo ortaya çıkardı. Kur’an içerisindeki birçok ayette evren tasviri “yer ve gök” ve “göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin” sözleriyle yapılır. Bu ifadelerin günümüz evren algısı ile ters düşmediği, yer kelimesi ile yerküre, gök kelimesi ile evrenin geri kalanının yani uzayın kastedildiği iddia edilebilir,  ancak fark etmek gerekir ki; günümüz müslümanlarının bu ayetlere bakarak böyle bir anlam çıkarmasının sebebi bugünkü evren algımızdır.

Eğer günümüzde hala Dünya’nın düz olduğu, Güneş’in ve yıldızların Dünya’nın etrafında döndüğü bir evren görüşünü kabul ediyor olsaydık bu ayetler, bu evren görüşüyle de çelişmeyecekti, fakat Kur’an’ın vahiy olduğu iddia edilen dönemdeki evren algısının bugünkü yapıda olmadığını düşünürsek, bu ayetlerin düz bir Dünya düşünülerek yazılmış olması oldukça olasıdır.

Bakara-107: Bilmez misin ki, göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır. Sizin için Allah'tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır.1

Bakara-117: O, gökleri ve yeri örneksiz yaratandır. Bir işe hükmetti mi ona sadece "ol" der, o da hemen oluverir.1

Bakara-284: Göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah'ındır.1

Yunus-6: Şüphesiz gece ve gündüzün ardarda değişmesinde, Allah'ın göklerde ve yeryüzünde yarattığı şeylerde, Allah'a karşı gelmekten sakınan bir toplum için pek çok deliller vardır.1

Yunus-55: Bilesiniz ki, göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah'ındır.1

Yusuf-105: Göklerde ve yerde nice deliller vardır ki yanlarına uğrarlar da onlardan yüzlerini çevirerek geçerler.1

Enbiya-16: Biz yeri, göğü ve arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık.1

Furkan-59: Gökleri ve yeryüzünü ve ikisi arasındakileri altı gün içinde (altı evrede) yaratan sonra da Arş'a kurulan Rahmân'dır. Sen bunu haberdar olana sor!1

Kur’an içerisinde herhangi bir sureyi okurken yukarıdaki ayetlere benzer bir ayetle karşılaşmanız kaçınılmazdır. Hatta Kur’an’ın genel resmine bakarak Kur’an evreninin, “yer ve gök” kelimeleriyle sınırlı olduğunu söyleyebiliriz. Konuyla ilgili diğer ayetleri yazının boğulmaması adına kaynaklar ve ileri okuma bölümünde belirttim.2 Bu ayetlerden yola çıkarak günümüz evren anlayışının yanından bile geçebilecek bir öngörü yapabilmek mümkün değildir. Hatta Dünya’nın küremsi şekliyle, uzay boşluğunda Güneş’in etrafında dönüyor oluşu gibi günümüzden yüzyıllar önce keşfedilmiş bilgileri bile öngörebilmek imkansızdır.

Göklerin Direksiz Durması

Rad-2: Allah, gökleri gördüğünüz herhangi bir direk olmadan yükselten, sonra Arş'a kurulan, güneşi ve ayı buyruğu altına alandır. 1

Lokman-10: Allah gökleri görebileceğiniz direkler olmaksızın yarattı. Yeryüzüne de, sizi sarsmasın diye sabit dağlar yerleştirdi ve orada her türlü canlıyı yaydı.1

Rad 2 ve Lokman 10 ayetlerinde açıkça göklerin direksiz bir şekilde yaratıldığından bahsediliyor. Bir düşünün, evrenin yaratıcısının gerçekten böyle bir cümle kurması ne kadar olası? O dönemde yaşayan insanların eksik evren bilgileriyle göklerin direksiz durduğu fikri karşısında şaşırmaları makul görülebilir, ancak evrenin yaratıcısının bu hatalı yaklaşımı düzeltmeye gerek görmemesi ve bu hatalı yaklaşım üzerinden övünmesi pek mantığa uygun görünmüyor. Böyle bir cümlenin Kur’an’da geçiyor olmasının sebebi, çok açık bir şekilde o dönemde evrenin anlaşılamamış olmasıdır. O dönemde yaşayan insanları suçlamak elbette yersiz bir şey olacaktır, çünkü o dönemde uzayın gerçek yapısını kolayca anlamalarına yetecek yeterli bilgi birikimleri yoktu.

O dönemde yaşayan insanların eksik evren bilgileriyle göklerin direksiz durduğu fikri karşısında şaşırmaları makul görülebilir, ancak evrenin yaratıcısının bu hatalı yaklaşımı düzeltmeye gerek görmemesi ve bu hatalı yaklaşım üzerinden övünmesi pek mantığa uygun görünmüyor. Böyle bir cümlenin Kur’an’da geçiyor olmasının sebebi, çok açık bir şekilde o dönemde evrenin anlaşılamamış olmasıdır.

“Tanrı’nın gökyüzünü direksiz yaratması” Dünya’yı uzayın sonsuzluğu içerisinde bir kez görmüş birisinin bile kesinlikle kullanmayacağı bir ifadedir. Bu, bizlere yukarıdan bakabilen bir yaratıcının sözlerinden çok, yüzyıllar önce aramızda yaşamış birisinin dünyayı algılama biçimi gibi gözükmektedir.

Hac-65: Görmüyor musun ki, Allah bütün yerdekileri ve emri uyarınca denizde akıp gitmekte olan gemileri sizin hizmetinize vermiştir. İzni olmaksızın yerin üzerine düşmesin diye göğü O tutuyor. Şüphesiz ki Allah insanlara karşı çok esirgeyici, çok merhametlidir. 1

Tur 1-7: Tûr'a, yayılmış ince deri sayfalara düzenle yazılmış kitaba, "Beyt-i Ma'mur"a, yükseltilmiş tavana (göğe), kabaran denize andolsun ki, şüphesiz Rabbinin azabı mutlaka gerçekleşecektir.1

Hac 65 ve Tur 1-7 ayetlerinde yapılan hata, Rad 2 ve Lokman 10 ayetlerinde yapılanla aynıdır.

Güneş’in Battığı Yere Varmak

Kehf-86: Güneşin battığı yere varınca, onu siyah balçıklı bir su gözesinde batar (gibi) buldu. Orada (kâfir) bir kavim gördü. "Ey Zülkarneyn! Ya (onları) cezalandırırsın ya da haklarında iyilik yolunu tutarsın" dedik.1

Kehf-90: Güneşin doğduğu yere ulaşınca onu, kendileriyle güneş arasına örtü koymadığımız bir halk üzerine doğar buldu.1

Kehf suresinde Zulkarneyn adlı kişiyle alakalı bir hikaye geçiyor ve bu hikayede Zulkarneyn’in Güneş’in battığı yere gittiğinden ve orada Güneş’in bataklığa benzer bir yere battığından söz ediliyor. Kehf 86 ayetindeki sorunlu bölümleri, Zulkarneyn’in gözünden bir anlatım olduğu için bir kenara bırakıyorum. Kehf 90 ayetinde ise açık bir şekilde Zulkarneyn’in Güneş’in doğduğu yere ulaştığı söyleniyor. Kur’an içerisinde böyle bir ifadenin var olması Kur’an’ın, evreni anlamaya ne kadar uzak olduğunu ortaya koyuyor.

Yıldızlar ve Şeytanlar

Mülk-5: Andolsun biz, en yakın göğü kandillerle donattık. Onları şeytanlara atılan taşlar yaptık ve (ahirette de) onlara alevli ateş azabını hazırladık. 1

Kur’an içerisinde “yıldız” sözcüğü bazı ayetlerde ”kandil” olarak ifade edilir. Mülk 5 ayeti bazı çevirilerde yıldız olarak geçer. Bu ayette çok açık bir şekilde yıldızların, şeytanlara atılan taşlar olduğundan bahsediliyor. Bu iddianın “sazın içinde şeytan var” iddiasınadan tek farkı, kutsal olduğu iddia edilen bir kitapta geçiyor olmasıdır. Evrenimizde 400 milyardan fazla galaksi ve 300 sextillion (3 × 1023) yıldız olduğu tahmin edilmektedir.3  Bu yıldızların her birini bir başka Güneş olarak düşünebiliriz. Yıldızlar, evrenin bir nevi enerji ve yaşam kaynaklarıdır. Kim bilir belki de diğer yıldızlar, hangi canlılara hayat sağlıyor?

Kendi yıldızımızdan yani Güneş’ten yola çıkarsak ve bize sağladığı faydaları düşünürsek güneşimiz, yaşam için olmazsa olmazımızdır. Eğer Kur’an’da yıldızlar, şeytanlara atılan taşlardır yerine “her yıldız bir hayat kaynağıdır” minvalinde bir cümle kurulmuş olsaydı anlamlı bir mesaj olabilirdi. Pek tabii, Kur’an’ın vahiy olarak indirildiği iddia edilen dönemde yaşayan insanlar; yıldızların, aslında Güneş’in çok uzakta bulunan kardeşleri olduğunu bilmiyordu ve bu konuya da, cevabını bilmedikleri her konuda olduğu gibi tanrısallık atfetmeyi tercih ettiler ve inançlarını perçinleyecek mitler uydurdular. Diğer bir yandan, bu ayetlerdeki kastın kuyrukluyıldızlar olduğunu düşünelim. Kuyrukluyıldızlar, içerisinde su, azot, metan veya karbondioksit buzu bulunduran göktaşlarıdır;  Güneş’e yaklaştıkça içerisindeki buz buharlaşarak göktaşının çevresini sarar ve gidiş yönünün aksine bir kuyruk oluşturur. Kuyrukluyıldız adı da buradan gelir.4 Günümüzdeki birçok bilim insanı bu göktaşlarının gezegenler arasındaki birer kozmik su ve yaşam taşıyıcısı olabileceklerini düşünüyor. Henüz kuyrukluyıldızların şeytanlarla ilgili emellerini ortaya dökecek bir kanıtımız ne yazık ki yok.

Bu noktada Kur’an’ın bir bilim kitabı olmadığını, bu yüzden içerisinde bilimsel gerçekleri barındırma zorunluluğunun bulunmadığını düşünüyor olabilirsiniz; ancak ıskalamamamız gereken nokta şudur : eleştirdiğim şey, Kur’an’ın neden “x” teorisinden bahsetmediği değil; anlatılan birçok olayın neden bilimsel kanıtlarla ters düştüğüdür. Öte yandan, günümüzde Kur’an’dan bilimsel mucizeler çıkarmanın en popüler mesleklerden biri olduğu göz önünde bulundurulursa, bu ve buna benzer yazıların aşırıya kaçan eleştirilerden ziyade bir gereklilik olduğu aşikardır.

İnsanların Hizmetindeki Evren

Nahl-12: O, geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize verdi. Bütün yıldızlar da O'nun emri ile sizin hizmetinize verilmiştir. Şüphesiz bunlarda aklını kullanan bir millet için ibretler vardır.1

Nahl 12 ayetinde Ay, Güneş ve tüm yıldızların insanların hizmetine verildiği söyleniyor. Bu ayetin kastı ile paralellik gösteren diğer ayetlerde ise tüm canlıların bizim hizmetimize verildiği anlatılıyor.

Nahl-8: Hem binesiniz diye, hem de süs olarak atları, katırları ve merkepleri de yarattı. Bilemeyeceğiniz daha nice şeyleri de yaratır.1

Nahl-66: Şüphesiz (sağmal) hayvanlarda da sizin için bir ibret vardır. Onların karınlarındaki fışkı ile kan arasından (süzülen) içenlere halis ve içimi kolay süt içiriyoruz.1

Yasin-72: Biz o hayvanları kendilerine boyun eğdirdik. Onlardan bir kısmı binekleridir, bir kısmını da yerler.1

Mümin-79: Allah, bir kısmına binesiniz, bir kısmını da yiyesiniz diye sizin için hayvanları yaratandır.1

Ayetlerde Güneş’in, Ay’ın, yıldızların ve tüm canlıların insanların hizmetine sunulduğu söyleniyor, ancak evren ve yaşamın evrimine baktığımızda bunun tam aksini görmekteyiz. Dünya’da yaşam, insanlardan bağımsız olarak milyarlarca yıldır vardı ve şu anda Dünya üzerinde yaşayan insanların tamamı yok olsa dahi Dünya’daki canlılık devam edecektir. İnsanlık bir kenara, sihirli bir değnekle dünyamızı, hatta Güneş Sistemi’mizi dahi yok etsek; bu, Evrenin pek de umurunda olmazdı. Evren 13,7 ve Dünya ise 4,5 milyar yıl yaşındadır. Dinozorların Dünya’ya 150 milyon yıl hükmettiklerini ve ilk insanlardan bu yana henüz yaklaşık olarak 200 bin yıl geçtiğini düşündüğümüzde, insanlık olarak önemimizin biraz daha azaldığını görebiliriz. Evren varlığını milyarlarca yıldır bize ihtiyaç duymadan sürdürüyor ve bizler yok olduktan sonra da sürdürecek. Evren için sandığınız kadar önemli olmayabilirsiniz.

Dünya’daki yaşama gelecek olursak; biz insanlar, Dünya’da yaşayan milyonlarca canlı türünden biriyiz. Hepimiz tek bir ortak atadan geliyoruz ve DNA’larımız Dünya üzerinde yaşamı başlatmış ilk canlı türünden bize kadar var olan tüm canlıların izlerini taşır. Şempanzeler ile DNA’mızın %99’unu, goriller ile %98,4’ünü, orangutanlarla %97,4’ünü, tavuklar ile %60’ını5, sivrisinekler ile %45’ini ve bir ekmek mayasıyla %24’ünü paylaşıyoruz.6 Her canlının birbirinden farklı bir fiziksel yapısı ve kendisine özgü yetenekleri vardır. Kartallar oldukça iyi bir görme ve uçma yeteneği kazanacak şekilde evrimleşirken; bizler gittikçe beyinlerimizi daha da geliştirecek bir şekilde evrimleştik. Doğa içerisinde binlerce yıl avcı ve toplayıcı olarak yaşayabilmemiz beyinlerimiz sayesindeydi. Çünkü ne aslanlar kadar keskin dişlerimiz ve pençelerimiz, ne de kartallar kadar iyi gören gözlerimiz vardı. Tüm bu eksiklerimizi beyinlerimiz sayesinde ürettiğimiz aletlerle kapattık. Beyinlerimiz elbette bizleri diğer canlılardan oldukça farklı ve özel kılıyor; ancak bir insanın, bir şempanzeden genetik olarak sadece %1 farklı olduğunu da unutmamak gerekir; bu %1’lik farkın ne kadar çok fark yaratabildiğini de... Belki de şu anda evrende bizlerden çok daha zeki varlıklar yaşıyor olabilir. Acaba onlar da evrenin kendileri için özel olarak tasarlandığını düşünüyorlar mıdır? “Niçin varız, nereden geldik” gibi büyük soruların peşindeyiz. Ancak, tüm bunlar evrenin bize özel olarak tasarlandığı anlamını taşımıyor. Özel olma isteğimiz, bizleri özel yapmıyor. Esas farkına varmamız gereken nokta, dünyada var olan her canlının zaten eşsiz, yani özel olduğudur. Aynı tür içerisindeki her birey birbirine ne kadar benzese de, her canlının kendisine özel bir DNA’sı vardır. Özel olmayı ilahiyatta arayarak yanlış olabilecek cevaplara inanmaktansa, evrimsel tarihimizde fark yaratan organınızı daha iyi kullanın. Farklı düşünün, fark yaratın.

Dindar insanlar kendilerinin ilahiyata dayanan inançlarının tevazu içinde olduğunu, ancak inançsız insanların bu ilahi görüşü benimsemedikleri ve ekseriyetle evren içerisindeki çoğu şeyin tesadüfi bir şekilde meydana geldiğini iddia etmeleri sebebiyle kibirli olduklarını savunurlar. Aslına bakarsak durum bunun tam tersidir. Bahsettiğim ayetlere ve Kur’an’ın geneline bakılırsa, evren ve içindeki her şeyin insanların hizmetine sunulduğu fikri vardır. Yani Kur’an’a göre; Güneş, Ay, yıldızlar, galaksiler ve Dünya’da bulunan tüm canlılar bizlerin hizmetine sunulmuştur. İnançlılar, bu görüşün oldukça tevazu içinde olduğunu savunurlar. Pek tabii, kendisini ateist veya bir inançsız olarak tanımlayan insanların ezici bir çoğunluğu bu görüşü savunmaz. Bizler, evrenin bize özel tasarlandığını değil, bizlerin bu evrene ve dünyamıza uyum sağlayacak şekilde evrimleştiğimizi, Dünya’daki diğer canlıların bizlerin hizmetine sunulduğunu değil, tüm canlıların evrimsel sürecimizdeki uzak akrabalarımız olduğunu söylüyoruz. Bazı şeyleri bilim sayesinde daha çok biliyor, ama hiçbir zaman bilmediğimiz bir şeyi biliyormuş gibi yapmıyoruz, bilmediğimizi açıkça belirtiyoruz. Söylesenize; sizce hangisi daha tevazu dolu bir görüş?

Kaynaklar ve İleri Okuma:

  1. http://mushaf.diyanet.gov.tr/
  2. Bakara 22, 33, 107, 116, 117, 164, 255, 284. Enam 3, 14, 73, 75, 79, 101. Araf 158, 185. Tevbe 36. Yunus 6, 18, 31, 55, 66, 68, 101. Hud 7, 107, 108, 123. Yusuf 101, 105. Rad 15, 16. İbrahim 1, 2, 10, 19, 32, 38. Nahl 3, 49, 52, 73, 77. İsra 44, 55, 99. Keyf 14, 15, 26, 51. Meryem 65, 90, 91, 93. Ta Ha 6. Enbiya 4, 16, 19, 22, 30. Hac 18, 64, 70. Miminun 71. Nur 35, 41, 42. Furkan 2, 6, 59. Şuara 24. Neml 25, 60, 64, 65, 75, 87. Ankebut 22, 44, 52, 61. Rum 8, 18, 22, 25, 26, 27. Lokman 16, 20, 25, 26. Secde 4, 5. Ahzap 72. Sebe 1, 2, 3, 9, 22, 24. Fatır 1, 38, 41, 44. Yasin 81. Seffat 5. Sad 10, 66. Zumer 5, 38, 44, 46, 63. Mümin 57 ,64. Şura 4, 11, 12, 29, 49, 52, 53. Zuhruf 9, 85. Duhan 4, 5, 6, 7, 29, 38. Casiye 3, 13, 22, 27, 36, 37. Ahkaf 3, 33. Fetih 4, 7. Hucurat 16, 18. Zariyat 23. Tur 36. Rahman 29, 33. Hadid 1, 2, 4, 5, 21. Mücadele 7. Haşr 1, 24. Saf 1. Cuma 1. Münafikun 7. Tegebun 1, 3, 4. Talak 4, 12. Nabe 36, 37, 38. Büruc 8, 9. Şems 5, 6.
  3. https://tr.wikipedia.org/wiki/Evren
  4. Emecan, Zafer. Kuyruklu yıldız nedir, ne değildir? http://www.kozmikanafor.com/kuyrukluyildiz-nedir-ne-degildir/
  5. Brian, C. (Sunucu) 2012. Wonders of Life [Belgesel] BBC.
  6. Bakırcı, Çağrı Mert. (2011, 18 Nisan) İnsan ile Diğer Canlıların Genom Kıyaslaması ve Benzerlik Miktarları http://www.evrimagaci.org/makale/33