“NASIL ATEİST OLDUM?” Köşesi

“NASIL ATEİST OLDUM?” Köşesi

01/10/2016

Nahide K.

Rivayete göre; ilkokula başladığım sene, öğretmenim benim yüzümden emekli olmaya karar vermiş. Kızılay koluna seçilmekten başka bir hırsı olmayan, sınıftaki çelimsiz oğlanları hizaya getirmek dışında kavga etmeyen, büyüklerini memnun etmeye çabalayan küçük bir kız ne yapmış olabilir diye merak ediyorsunuzdur şimdi. O küçük kız hemen her derste birkaç defa parmağını kaldırır ve sorardı, “neden?”

İnanç sistemlerinin, aynı ilkokul öğretmenim gibi, sorularla ve soru soranlarla arası iyi değildir. Sevmedikleri tüm sorular arasında belki de en sevmedikleri ise “neden?”dir. Çünkü inanç sahibi olmanın ilk kuralı inanmaktır. Soru sormadan, kuşku duymadan inanmak. İmana konu olan her şey, sorgulanmaktan, deneye tabii tutulmaktan, ispat yükümlülüğünden muaftır. “Neden?” diye sormak imanın tabiatına aykırıdır.

Nasıl ki, küçük bir kızken sorularıma cevap alamadığımda derse olan ilgimi kaybedip hayallere dalıyorduysam, büyüdükçe sorgusuz sualsiz inanmamı gerektiren konulara olan ilgimi kaybettim. Hepten inanmamak, içimde ve dışımda sorunlara sebep olacağından, önceleri o kadar ileri gitmedim. İnananların ve inandıklarını iddia edenlerin sıkış tepiş doldurduğu ve çoğunluk olmanın verdiği kibirle dolaştığı topraklara ait hissetmediğimden olsa gerek, usul usul kıyıya yaklaştım.

Fazla sıkıntıya ve kısıtlamaya gelemeyen mizacım yüzünden, büyürken dinle olan ilişkim bir uzak mesafe ilişkisini andırıyordu. Uzakta olduğu için günlük hayatıma, kiminle görüştüğüme, ne yediğime, ne içtiğime, nasıl giyindiğime karışmayan bir erkek arkadaş gibiydi din benim için. Bu rahatlığın karşılığında, aynı bir uzak mesafe ilişkisinde olduğu gibi, ihtiyacım olduğunda yanımda bulamıyordum. İnsanın tesadüfen bile olsa tek bir duası bile kabul olmaz mı yahu?

Van Halen'ın “Right Now” adlı şarkısının video klibinde “Şu anda Tanrı anneleri ve köpekleri öldürüyor, çünkü buna mecbur” cümlesi ekrana yansır. İlk gördüğümde çok şaşırmıştım. Şartlı bir refleksle Tanrı hiçbir şeye mecbur değildir diye düşünmüştüm. Hemen arkasından gelen sorumun sebebi asiliğim veya dualarımın kabul olmamasının intikamı değildi. Gayet masum bir soruydu ve beni tatmin eden bir cevap alabilseydim; bugün bu yazıyı yazıyor olmazdım. “Tanrı anneleri ve köpekleri neden öldürüyor?”

Hayatımın hiçbir evresinde orijinal bir insan olamadım. Bu yüzden dine yönelttiğim soruların hiçbiri yeni veya bana ait değildi. Uçağı son anda kaçırdığı için kurtulan yolcuyu koruyan Tanrı, neden uçaktaki diğer yolcuları okyanusa gömülmekten korumuyordu? Kötüler nasıl mutlu ve zengin oluyordu? Çocuklar neden kanser olup büyük acılar çekerek ölüyordu? Her şerde bir hayır olmadığı barizdi, bazı şerlerde gerçekten çok kötü şeyler oluyordu.

İtiraf etmeliyim ki; bu soruları sorarken yatıya kalmaya ikna edilmeyi isteyen bir misafirin ruh halindeydim. Mutluluğumu isteyen bir Tanrı, menkıbeme ulaşabilmem için iş birliği yapmaya hazır bir evren (evet, Paulo Coelho, sana bir sürü laflar hazırladım), elimi uzatsam tutabileceğim mucizeler, ne dediğini anlamadığım bir dildeki duaların sihri, bunların hepsi gerçek olmaları halinde hayatımı kolaylaştıracaktı. İnanmayı istedim, inanmanın dayanılmaz hafifliğine özendim, o yüzden tekrar tekrar sordum. Oysa inancın panzehri soru sormakmış ve ben daha ilkokul birinci sınıfta kaderimi yazmışım.

İnanmak, kontrol edilebilen bir duygu değil. Balon bir defa elinizden uçtu mu, yeniden yakalamak mümkün değil. Hiç balonunuz olmadıysa yokluğunu fark etmezsiniz, ama sonradan kaybedenler için balonun eksikliği hiç olmazsa bir süre hissediliyor. Kıyıdan ayrılmadan hemen önce, Tanrı’ya bana boş yere ümit verdiği için kızdım. (İroninin farkındayım.) Sonra var olmadığı için kızdım. Sonra kendime inandığım için kızdım.

Karadakiler mi? Onlar benim ve cevabı olmayan sorularımın yokluğundan gayet memnunlar. Üstelik o bir türlü eksilmeyen sihirli %98'i hesaplarken, beni de kendilerine dahil etmeye devam ediyorlar. Kazan-kazan yani.

Ayşegül Koçpınar

Lise yıllarımdan beri hep moleküler biyoloji ve genetik (MBG) dalında öğrenim görmek istemişimdir. Şu anda da, üniversitede biyoloji bölümünde lisans öğrencisiyim ve son sınıftayım.

Lise 3. sınıfın yazında, Facebook’ta MBG bölümünde öğrenim  gören  ve  bu bölümün  tanıtımını  yapan bir öğrenciye rastladım. Bu konu üzerine kendisinden çok şey öğrendim. Bu kişi benim Facebook arkadaşım oldu ve artık ben onu idolüm olarak görüyordum. Üniversiteye başladığım sıralarda, yine bu arkadaşımın artık Müslüman olmadığını belirttiği bazı paylaşımlarını gördüm. Bunun nedenini soran kişilere, Kur’an’ın Türkçe çevirisini okumalarını öneriyordu. İdolüm olan bu kişinin önerisiyle, daha önce de zaman zaman okuduğum Kur’an’ın Türkçe çevirisini, yeniden ve tarafsız olarak okumaya başladım. Fark ettim ki daha önceleri yaptığım okumalarım esnasında, aslında başka biri tarafından Kur’an’dan alıntılar yapıldığında bana yanlış gelecek cümleler, kendim okuduğumda “kabul edilir” geliyordu. Şimdi biliyorum ki bunun nedeni, İslam’ın koşulsuz şartsız  doğru  din olduğu  düşüncesi ve bu düşüncenin etkisinde yaptığım “taraflı okumalardı”. Arkadaşımın etkisiyle Kur’an’ı tarafsız bir şekilde okumayı başardım ve  doğruları  öğrenme  sürecim de işte o günlerde başladı. Daha sonraları çok daha fazla bilgiye de internetten ve okunacak veya izlenecek çeşitli kaynaklardan ulaştım.

O günlerden bugüne gelince, yani anlattıklarımdan yaklaşık 4 yıl sonra, bu okuduğunuz yazıyı okulumun kantininde, moleküler biyoloji dersinin başlamasını beklerken yazıyorum. Şu anki  hedefim mevcut bilgi birikimimle yetinmeyip, kendimi  geliştirmek ve benim değişimime sebep olan kişiler gibi, başkalarının hayatını olumlu yönde etkilemek. Herkese açık  zihinler!