Dünya’nın belki de en büyük sorunu, insanlığın en büyük hatası; birden fazla kez tekrarlanan bir hata hatta; bir türlü ders alamadığımız bir hata: Dinler. Peki, nasıl ortaya çıktılar? İlk olarak oradan başlayalım.
Dinlerin çıkışını sağlayan, aslında neden olan daha doğru olur, birkaç temel nokta var; bunlardan biri genel olarak toplumların düzen içinde kalmalarını sağlamaları ve insanların bir bütün halinde durabilmelerine ve yönetilmelerine olanak sağlamaları. Bu biraz da Tanrı-Kral anlayışı, ilk çağlardan beri olan bir anlayış; belki de bir toplumu yönetmek için kullanılmış ilk yöntemdir. Çoğu dini oluşturan kişinin ya da kişilerin vicdanlarının, inançlarının genele yayılmasını sağlayabilmek ilk aşamasıdır. Peki, bu nasıl oluyor? Bazen korkuyla, bazen ahlakla... İnsanlar da bilincinde, sadece sevginin bir inanca bağlı kılamayacağını; en azından çoğu insanı.
Allah korkusu derler ya, bu noktada tam da o devreye giriyor. Tanrı’nın varlığını sorgulamak, yokluğuna inanmaksa neredeyse imkânsız. Tanrıları sorgulamak Carl Sagan’ın garajındaki ejderhayı sorgulamakla aynı çünkü. İkisinin de yokluğu kanıtlanamaz teorik olarak. İnsan hiçbir şekilde tespit edilemeyecek görünmez, ısı yaymayan; sesi, soluğu olmayan, bilindik canlılık özellikleri göstermeyen bir Tanrıya inanmakta serbest. Tanrı ya da Tanrılar her yerde onlara göre. Montaigne der ki “Bir amaca bağlanmayan ruh, yolunu kaybeder. Çünkü her yerde olmak, hiçbir yerde olmamaktır.. Ben bu sözü sadece ruhlarla kısıtlamıyorum, Tanrı’yı da öyle görüyorum.
Nasıl bu noktaya geldi peki dinler? Nasıl bu kadar geniş kitlelere ulaşabildiler? Nasıl kimse çıkıp hayır demedi? Binlerce yıldır insanların dinler tarafından sömürülmesi, sizce de garip değil mi? Alfred Nobel’in pişmanlığı ve onun icadıyla öldürülen onca insan hiç kalır; İsa’nın Hristiyanlığının, Musa’nın Yahudiliğinin, Muhammed’in Müslümanlığının ve daha birçok dinin katlettikleri yanında. Belki İsa’da; Musa’da, Muhammed’ de pişman olurdu yaşanacakları bilselerdi. Dinler, insanların dünyadaki en kanlı icatlarıdır. Üzerinden kan hiç eksik olmaz. Birisi çıkar, birini öldürür; nedenini sorarlar, “Din uğruna”’ der. Ben bu yazıyı yazarken ölüm haberleri gelmeye, cinayetler işlenmeye devam ediyor, hatta sizler okurken de bu yazıyı, ölmeye devam edecek insanlar, haberler bitmeyecek. Bir ülkedesiniz, turistsiniz belki, kadınsınız da. Başörtüsü takmadınız diye tutuklanabilir, belki işkence görebilirsiniz. Çok garip değil mi? Bir kumaş parçası insanları hürriyetinden alıkoyabiliyor mu gerçekten? Ve üstüne üstlük diğer insanlar da bunu garipsemiyor, olağan bir şeymiş gibi davranıyor. Peki diğer insanlar neden onların kendi fantezileriyle oluşturdukları dinlerin kurallarına uymak zorunda olsunlar? Günümüzde hala ülkelerin dininin olmasını savunanlar, teokrasiyle yönetilen ülkeler var. Ülkenin dini olur mu? Halkın dini olur mu? Din konusunda genelleme yapmak, ülkeye halka mal etmek ne kadar etik ve doğru?
Sorulması gereken çok fazla soru var değil mi? Günümüzde kendi ülkemizin din kurumlarına harcadığı para ne kadar? Din denilen şey şatafatlı binalarda insanların Tanrı’ya ne kadar inandığını yarıştırması mıdır gerçekten, bu kadar açken insanlar? Açlıktan kastım sadece fiziksel bir açlık değil. İnsanın bilgiye aç olması da bir açlıktır, belki de en kötüsüdür bana kalırsa. Tanrı’nın varlığına inanın ya da inanmayın, bilim denilen bir yol var; belki duyanlarınız vardır. Tanrı varsa onun dinidir bilim, yönetme şeklidir, keşfedilebilir, kullanılabilir, geliştirilebilir, limitleri araştırılabilir. Ben de herhangi bir kanıt, yazdıklarım için herhangi bir kaynak, somut bir delil sunmuyorum. İsterseniz doğrudan reddedebilir, isterseniz kendinize sorular sorup araştırabilir, isterseniz doğrudan katılabilirsiniz. Belki kutsal bir metindir yazdıklarım, görünmez bir Tanrı tarafından yazdırılmış olanlarından hatta, belki sözlerimin bu yüzden kaynağa ihtiyacı yoktur. Belki de garajınızda gerçekten görünmez bir ejder vardır ve bütün evreni o yönetmektedir.