Teknolojik İletişim Psikolojisi

Teknolojik İletişim Psikolojisi

01/11/2016

İletişim ve insan etkileşimine teknoloji kavramının eklenmesi sürecinde küreselleşen toplumsal yapıda köklü değişimler olmuştur. Teknoloji yapılaşmasının temelleri sanayi devrimi sırasında atılmıştır. Aynı zamanda modernize olmaya endekslenen toplumlar tarafından ivmelenerek bu zamana büyük birikimle gelmiştir.

Teknoloji, en başlarda bilginin üretim gücüne dönüşümü olarak anılsa da zamanla ülkelerin ileri bir formasyona geçişi anlamında hırsa dönüşmüştür. Kalkınma sonrası ortaya çıkan bilişsel kapitalizm, hız kavramını baştan yaratmış ve bu yeniden doğuş, değişim halindeki birey açısından yarardan zarara dönüşmüştür. İnsan, mekân ve zaman arasında sıkışmış ve uyum sağlama problemiyle karşı karşıya kalmıştır. Gerçeklik dediğimiz kavram, dokunsal boyuttan fenomenler diyarına aktarılarak düşsel denetlenebilirliği olan bir hayal çerçevesine dönüşmüştür.

İnsan doğuşundan itibaren manevi şeyleri özümsemeye meyillidir. Acı, sevgi, özlem, korku, nefret tüm hisler, kişi için içten ve gerçektir. Ancak her insan için her duygunun ya da düşüncenin algılanma biçimi farklıdır. Dolayısıyla iletim biçimi de farklıdır. Yaşam standartlarımızın birbirinden faklı oluşu geçirdiğimiz bebeklik, çocukluk ergenlik vb. kademelerdeki basamakların birbirinden farklı kombinasyonlarla ilerleyişi en büyük etkenidir bu durumun. Bu gibi sebeplerle birbirinden ayrılan insanlar ne yazık ki belirli kitlelerle iç içe girince, statükocu bir yaklaşıma bürünür. Kişi kendi karakteristik yapı ve ilgisinden çok, “topluma nasıl ayak uydururum?” ya da “nasıl dışlanmam?” mantığını oturtur ve bundan sonraki evrede herkesle örtüşür bir hal alır. Sonuç itibariyle çoğunluk tarafından hoşa giden her şeyi eyleme sokar. Kabul gören her yeni form popülerleşir ve yaygınlık gösterir.

Eğer bu basit yaklaşımı teknolojik iletişim üzerine uyarlarsak, kullandığımız cep telefonu markalarından, kullandığımız uygulamalara kadar çevremizdeki insanlarla olan etkileşimimizi temel alabiliriz. Bu davranış biçiminin psikolojideki adı sürü psikolojisidir. Sürü psikolojisi (Bandwagon Effect); tabiri 1848’de Amerikan Politik sisteminde kullanılmaya başlanmış. Dan Rice adında bir palyaço, o zamanlar bando arabası (bandwagon) kullanarak politik turlara katılırmış. Bando arabası coşkulu müziklerle turlara çıkar ve “bandoya katıl” sloganıyla insanların dikkatini çekermiş. Bu sayede elde ettiği popülerliğinden dolayı, seçimlerde büyük bir başarı kazanılmış. Bu kavramın da temelinde bu olay vardır ve sürü psikolojisi bu yüzden İngilizce “Bandwagon Effect” (Bando Arabası Etkisi) olarak tabir edilir.¹Bu durumun en temelinde doğru kavramının çoğunluk tarafından kabul edilen anlamına geliyor olması yatar. Kişinin yalnız kalma ve yanlış yapma korkusu, kendisiyle olan diyaloglarda acabalara bürünmesini, neredeyse sonlandıracak tek şey, aynı düşünce ve yargı yapısına sahip olan birçok insanla birlikte yaşamasıdır. Bu şekilde önce kolonileşen bireyler, daha sonra belirleyici özellik gösterecek toplumlara dönüşür. Ancak iletişim düzeyindeki bu aşırı benzer durumları yaşıyor olmamızı yalnızca sürü psikolojisine bağlayamayız. Örneğin kimimiz herkesleşen şeylerden oldukça fazla şikâyet eder, her yönden eleştirir ancak bir süre sonra fark eder ki; kendi de o sürünün içinde yer almakta. Bu noktada işe adaptasyon dediğimiz eylem girer.

-Hastalıklı bir topluma uyum sağlamak demek, sağlıklı olmak demek değildir.- Goethe

Adaptasyon; organizmanın bulunduğu ortam şartlarına uyum göstermesidir. Canlılığının devamı için çok büyük bir önem taşır. Tıpkı milyonlarca yıl önce yaşamış ancak ortam şartlarına uyum gösteremeyen birçok canlı türünün son bulduğu gibi, belirli adaptasyonları gösteremeyen insanlarsa gerek ruhsal, gerek bedensel anlamda kimliklerini kaybeder. Bunu yapmış olanlarsa aynı sistem içinde bulundukları için benzemeye başlarlar ve bu döngü bu şekilde devam eder.

Yukarıda bahsettiğim iki durum arasında fark yaratan şey, çarka hangi şekilde katıldığımızdır. Bundaki farkı yaratansa dünyaya geldiğimiz ilk andan itibaren edindiğimiz bilgidir. Çoğunlukla ebeveyn ve bulunduğumuz çevre şartlarıyla yaşamımıza yön veren bizler, birey olduğumuzu çoğu zaman unutur; karar verme, sorgulama, bağımsız düşünme gibi referansını özneden alan durumlardan yoksunlaşırız. Genel perspektiften kendini devamlı yenileyen bu süreç, alışkanlık haline geldiğinde artık tabulaşmış ve genelleşmiş birçok bilgi yığınıyla baş başa kalırız. Bunun en kötü tarafı ise bilginin edinim yolunun kişi tarafından fark edilmeyişi ve edindikten sonra, anlamsız da olsa inanmayı sürdürmesidir.

Görmeye ve kullanmaya uzun süredir alıştığımız iletişim araçlarının bu şekilde büyük bir piyasa yapması, bahsettiğimiz birçok etkenin güç ortaklaşmasından doğan bir sonuçtur. Ülkeler arası rekabetin sendromlaşması sonucu, yukarıda bahsettiğimiz büyük çarklı sistemin yönünü fazlasıyla değiştirmiştir. Sözlerimi burada noktalıyorum; üçüncü bölümde görüşmek üzere...