Bilinç, belki de çözülmesi en zor olan konulardan, gizemlerden, esrarengiz olgulardan biri. Bilinç nedir? Nasıl olur da nesnel durumlar öznel hislerimizi yaratabilir? Bilincin ontolojik kaynağı nedir? Aynada bakınca gördüğünüz kişi siz misiniz? “Siz” kimsiniz? Benliğiniz nedir? Benlik bedeninizden ayrı mı? İrade bedeni etkileyebilir mi? Bilinçsiz maddeler bilinçli varlıkları oluşturabilir mi?
Bu sorulardan en az birini düşünmeyen insan sayısı parmakla gösterilebilecek kadar azdır. Herkesin muhakkak zaman öldürdüğü bu konular elbette neredeyse her konuda olduğu gibi din tarafından da istismar edilmiştir. Bilincin kaynağı, bedenden bağımsız ikinci bir cevhere yüklenmiş ve bunun rasyonelliği iddia edilmiştir. Bilincin ateizmle açıklanamayacağından yola çıkan bilinç kanıtı, zihin felsefesi ile doğrudan ilişki içerisinde olduğundan dolayı yazı içerisinde geçecek bazı kavramlardan söz etmek yerinde olacaktır.
- Cevher: Cevher kelimesi, evrenin temelini oluşturan özler için kullanılır. Varlığın özünden bahsederken cevher kavramından bahsedilir. Bir cevherin her sıfatı kendisi ile tasarlanır. “Maddesel cevher” uzayda yer kaplayan töz, “Ruhsal/Tinsel Cevher” düşünen töz olarak nitelendirilir. Töz ve cevher, varoluşunu kendi kendisinden tasarlayan özü ifade eder. Varlıklar değişim içindedir ve bu değişime rağmen değişmeden kalan şey cevherdir. Spinoza’nın deyimi ile kendi başına var olan ve kendisi ile tasarlanan yani kendisini teşkil edecek başka hiçbir fikrin yardımı olmaksızın fikir edindiğim şey cevherdir/tözdür. Yazı boyunca töz ve cevher birbirleri yerine kullanılacaktır.
- Dualizm: Evrende hem maddesel tözün hem de düşünen tözün var olduğunu söyleyen görüştür. Zihin felsefesi, insanların fiziksel bedenlerle fiziksel olmayan zihinlerden meydana geldiğini söylemektedir. Buna Cevher Dualizmi de denmektedir.
- Monizm: Evrenin özünde tek cevher olduğunu, diğer tüm niteliklerin bu cevherin bir formu olduğunu savunan görüştür.
- İdealizm: Monizmin zihinsel tözü temel alan yorumudur. İdealizme göre tek cevher, düşünen tözdür. Madde yalnızca düşüncenin oluşturduğu yanılsama olarak ele alınır. Örneğin Berkeley, İdealizmin varoluşu algılamaktan ibaret olduğunu iddia eder.
- Fizikalizm: Monizmin maddesel tözü temel alan yorumudur. Evrendeki tek tözün maddesel töz olduğunu ve diğer tüm niteliklerin maddesel tözden kaynaklandığını savunur. Bu görüşe göre nihai gerçeklik fizikseldir.
Bu kavramları tanıttıktan sonra bilinç kanıtından söz etmek mümkündür. Bilinç kanıtı, genelde dualizmden yola çıkar ve ateizmin bilinci açıklayamayacağı iddiasında bulunur. Bu görüşe göre ateizm, zihin konusunda fizikalizmle sınırlıdır, fakat fizikalizm bilinci açıklayamaz. Bilinç, fiziksel olmayan farklı bir tözden, ruhtan kaynaklanmaktadır. Sezgilerimizin aldatmasına kanan insanlar, bilincin, fiziksel olmayan farklı bir cevherden kaynaklandığını ve hatta zihinsel aktivitelerin bedenimize yön verdiğini iddia etmektedir. Örneğin uzun yıllar felsefi ateizm üzerinde Tanrı eleştirisi yapan filozof Antony Flew, deist olduktan sonra bilincin ve benliğin ateistler tarafından açıklanması gereken fakat açıklanamamış konular olduğunu söylemektedir:
“Herhangi bir maddesel özün düşünen ve eyleme geçen aracıyı meydana getirmesi tasavvur bile edilemez. Madde, kavramlar ve algılar yaratamaz. Bir güç alanı ne plan yapabilir ne de düşünebilir. Dolayısıyla mantığa ve gündelik deneyimlerimize dayanarak canlı, bilinçli, düşünen varlıklar dünyasının canlı bir kaynaktan, bir akıldan başlaması gerektiğinin farkına varıyoruz.”
Her ne kadar Flew, bilinç kanıtının dualizmi gerektirmediği konusunda ısrar etmiş olsa da alıntılanan bu kısma bakınca bile dualizme girilmeden bir bilinç kanıtının formülize edilmesinin mümkün olmadığı görülebilir. Eğer bilinç, fizik ötesi bir kaynaktan temel alıyorsa ve asla maddi cevherden oluşamıyorsa doğal olarak bilinç farklı bir cevher olmalıdır. Bu da tinsel töze denk gelir, ki tinsel tözün varoluşuyla genel olarak kabul görülen ateizm arasında çatışma var gibi durmaktadır. Her ne kadar tinsel tözle ateizm arasında mutlak bir çatışma olmadığı söylenebilir olsa da veya bilinci açıklayan farklı ateist görüşlere girebilecek olsam da bu yazıda yalnızca bilincin fizikalist açıklamasını yapmakla yetineceğim.
Sezgilerimizin çoğu, yetiştirilme tarzımıza göre şekillenir. En basitinden diyebiliriz ki, şu an yaşadığımız toplum itibariyle oluşan ahlaki sezgilerimiz farklı bir toplumda yetiştirildiğimiz düşünüldüğünde muhtemelen (genetik yapımızdan kaynaklanan temel ahlaki sezgiler dışında) şu an gördüğümüzden daha farklı çeşitlenecekti. Benzer şekilde bilincin kaynağının “düşünen töz” olarak anılan farklı bir cevherden geldiğini söylemek de temelinde dini yetiştirilme tarzına dayanan sezgilerden kaynaklanıyor. Tıpkı Modal Kozmolojik Argüman’da, Tanrı’nın müdahalesi söz konusu olmadığında hiçliğin varlığa baskın geleceğine dair sezgimizin, evrenin hiçlikten var edildiğini iddia eden dinsel çevremizden kaynaklandığını belirtebileceğimiz gibi; burada da ruhun varlığına dair sezgimizin, dinsel çevremizden temel alarak oluşturulduğunu iddia edebiliriz. Burada felsefe yapıyoruz: Öncelikle dinsel yetiştirilme sezgilerinizi bir kenara bırakıp argümanlar üzerine yoğunlaşmamız gerekiyor. Elbette dinsel sezgilerimiz haklı olabilir ve bilincin kaynağı farklı bir cevher olabilir fakat bunu anlamak için de argümanların yapısı incelenmelidir. Bilincin fiziksel süreçlerden kaynaklanmadığına dair sezgileriniz de bu sebeple sorgulanmak üzere masaya yatırılmalıdır. Sean Carroll’un söylemiş olduğu söz bilince ve sezgilere dair kullanılabilir:
“İnsan olarak biz her zaman kusursuz rasyonellikte değiliz. Size bu şok edici haberi söyleyeyim: Bizde yığın dolusu bilişsel önyargı var ve sahip olduğumuz en kuvvetli önyargılardan biri de gerçek olmasını istediğimiz önermelere kıyak geçmemizdir. Aslında yapmamız gereken şey, gerçek olmasını istediğimiz önermeler konusunda özellikle şüpheci olmaktır.”
Bilincin kaynağının “düşünen töz” olarak anılan farklı bir cevherden geldiğini söylemek de temelinde dini yetiştirilme tarzına dayanan sezgilerden kaynaklanıyor. Tıpkı Modal Kozmolojik Argüman’da, Tanrı’nın müdahalesi söz konusu olmadığında hiçliğin varlığa baskın geleceğine dair sezgimizin, evrenin hiçlikten var edildiğini iddia eden dinsel çevremizden kaynaklandığını belirtebileceğimiz gibi; burada da ruhun varlığına dair sezgimizin, dinsel çevremizden temel alarak oluşturulduğunu iddia edebiliriz.
Bilince dair önyargılarımızı bir kenara bırakın ve gerçekten düşüncenin fiziksel bir fenomen olması durumunda, bunun “beklenmeyen şey” kategorisinde bulunması gerektiği iddiasını da bir kenara bırakın. Ruha dair inancınız muhtemelen, bilincin, fiziksel olmayan dünyaya, ruhsal dünyaya ait olduğunu söyleyen dinsel kaynaklara dayanıyor ve bu kaynak, argüman oluşturmak için yeterli bir kaynak değil. Fakat hala elimizde yanıtlanmamış bir soru var: Bilincin kaynağı fiziksel olabilir mi?
Fizikalist bir görüşe göre bilinç denilen şey, oksijen gibi, su gibi maddesel bir şey değildir. O maddesel bir varlığa değil, maddesel varlıkların etkileşiminden kaynaklanan sürece işaret eder. Bilinç, oksijen gibi bir maddeye değil, ateş gibi bir sürece benzetilebilir. Herhangi bir maddenin yanması, o maddenin oksijen ile tepkimeye girme sürecini ifade eder. Yanan bir odunun üzerine su dökerseniz ateşe hiçbir şey olmaz; yalnızca kimyasal bir reaksiyon sonlanır. Ateş, bu sebeple bir tür fiziksel süreçtir; madde değil! Aynı şekilde elle tutulacak bir bilinç mevcut değildir çünkü bilinç, tıpkı oksijen reaksiyonuna özdeş olan yanma gibidir, belirli oluşumların sürekliliğinden doğar ve bu oluşumların bir tür yan ürünüdür. Beyinde gerçekleşen kimyasal reaksiyonlar ve fiziksel etkileşimlerin oluşum sürecine bilinç adı verilir. Ölüm de tıpkı yanma reaksiyonunun bitmesi durumunda ateşin durması gibi, beyindeki kimyasal reaksiyonun durduğunda bilincin durmasına benzetilecektir.
Bu noktada bilinç dediğimiz şey, yalnızca kimyasal reaksiyonlarla fiziksel etkileşimleri ifade eden bir “isim” olacaktır. Tıpkı H2O molekülü ile “su” ismi birbirine özdeş olduğu gibi bilinç de belirli fiziksel etkileşimlere özdeştir: Bilinç, bu etkileşimlerden kaynaklanacaktır. Fakat dikkat edilmesi gereken şey şudur ki, bilinç beyne veya beynin özel bir bölümüne özdeş değil, belirli kimyasal reaksiyonlara veya buna benzer etkileşimlere özdeştir. Kısaca belirli etkileşimlerin zihne özdeş olduğunu söylerken, beynin bir ağırlığı olduğu için zihnin de ağırlığa sahip olması gerektiği gibi saçma sonuçlara ulaşmak zorunda değiliz. Bu durum indirgemecilik ile fizikalizm arasındaki ilişkiyi inceleyerek uzunca anlatılabilir, lakin yazımızın konusu şu an bu değil.
Ayrıca bilinci fiziksel etkileşimlere özdeşlemek, bilinci ancak ve ancak bir fiziksel etkileşimle sınırlamak anlamına gelmeyecektir. Özdeşliği bu şekilde anlamak, yalnızca her bilinçsel ve düşünsel etkinliğin fiziksel temelinin olduğunu iddia etmektir. Örneğin “Görme eylemi, beynimizin görmeyle ilgili korteksinin özel bir bölgesindeki X elektrik faaliyetine özdeştir” derken; görme eyleminin her zaman X elektrik faaliyetinde gerçekleşme zorunluluğunu göstermez. Farklı bir Y elektriksel etkileşimler de benzer bir eylemi oluşturabilir. Buradaki özdeşlik tanımı, yalnızca olaya ılımlı yaklaşarak, bilincin bu fiziksel faaliyetlerden daha üstün bir konumda olmadığını ifade eder. Bilinç, biyolojik bir olgudur.
Bununla beraber, temel olarak fizikalizm bilinci, fiziksel tözün farklı bir formu olarak da görebilir. Önceki sayfalarda tanımını yapmış olduğumuz monizmin temelinde evrenin tek cevherden oluştuğu iddiası yatar. Varlığın özü bir cevherden kaynaklanır. Geriye kalan her şey bu cevherin farklı formlarını ifade eder. Doğal olarak bilinç de fiziksel bir kavram olacaktır. Bilinç, maddesel tözün farklı bir formudur. Bir tözün farklı formlarından bahsederken ne kastettiğimizi anlamak için şu örneğe bakmanız mümkün olabilir: Nötrino, elektriksel yükü sıfır olan, ışık hızına yakın hareket eden ve bununla beraber maddelerin içinden neredeyse hiç etkileşmeden geçebilen bir parçacıktır. Bununla beraber elektriksel yüke sahip ve atomlarla sürekli etkileşime girme potansiyeli olan çözünmüş minareller de doğada mevcuttur. Hem mineraller hem de nötrino, birbirlerine aynı tözden kaynaklanma yönünden benzemektedir. Fakat ikisinin nitelikleri farklıdır. Yani nötrinolar ve mineraller aynı tözün farklı formlarıdır. Onların farklı özelliklere sahip olması da onların farklı özden kaynaklanmalarını değil, aynı özün farklı niteliklerine karşılık geldiklerini gösterir. Bir fizikalist de bilincin ontolojisinin, fiziksel süreçlerin farklı formlarından ibaret olduğunu iddia edecektir. Bilinç mevcuttur, düşünce diye bir şey vardır, fakat bunlar fizik ötesi bir tözden kaynaklanmazlar. Onlar yalnızca maddesel tözün farklı bir formudurlar. Örneğin kütlesi olmayan parçacıklar da bizzat maddesel tözün farklı bir formudur, onlar da fiziksel süreçlerdir ve bu parçacıkların fiziksel olduğunu iddia etmek bir insanı rahatsız etmeden ikna edebilir. Enerji de fiziksel bir formdur, fakat ışığı elinize alıp cismine bakamazsınız çünkü onun nitelikleri farklıdır. Nitelikleri, aşina olduğumuz maddesel formlara pek karşılık gelmese de ışık paketi olan fotonların da fiziksel tözden ayrı bir gerçekliği olmadığını iddia etmekte problem bulunmaz. Bir fizikalist evrenin monal/birsel yapısından yola çıkarak bilinci ve deneyimleri fiziksel cevherin nitelikleri olarak adlandırabilir. Kısaca bir fizikalist, bilincin de özünde fiziksel olduğunu kavrayacak ve bilincin ve düşünmenin dualist bir yapıyla açıklanmak zorunda olmadığını savunacaktır.
Bir fizikalist de bilincin ontolojisinin, fiziksel süreçlerin farklı formlarından ibaret olduğunu iddia edecektir. Bilinç mevcuttur, düşünce diye bir şey vardır, fakat bunlar fizik ötesi bir tözden kaynaklanmazlar. Onlar yalnızca maddesel tözün farklı bir formudurlar. Örneğin kütlesi olmayan parçacıklar da bizzat maddesel tözün farklı bir formudur, onlar da fiziksel süreçlerdir ve bu parçacıkların fiziksel olduğunu iddia etmek bir insanı rahatsız etmeden ikna edebilir.
Kısacası bilinç denilen olguyu açıklamak için herhangi bir doğaüstü ya da “tinsel” varlıklara ihtiyacımız yok. Tamamen fiziksel süreçlere dayanan yorumlarla bilinç açıklanabilir, ki bu yazımda kısaca bu yorumların olanağından söz ettim. Bu durumda görülen odur ki, bilincin fiziksel duruşlarla açıklanması mevcuttur. Peki ya bu görüşler tutarlı mıdır? Bu görüşlere getirilebilecek olası eleştiriler nelerdir? Bu noktada bilinç kanıtını savunan teistin, neden fizikalizmin bilinci açıklayamadığını göstermelidir. Yahut bir dualistin görüşünün neden yanlış olduğu birçok açıdan bakılarak gösterilebilir. Bir sonraki sayıda bu konuya dair yazımı bulabilirsiniz. O zamana kadar: Esen Kalın!