Bilinmeyen Disiplin: Felsefe

Bilinmeyen Disiplin: Felsefe

01/01/2017

Buradayız. Bu andayız. Yaşamda mıyız? Ölüm ne demek? Bir şartlandırma ötesinde kimim ben?

Düşüncemizin içinde kaos ve düzen arayışındayız. Ama bu düşünce düzenine nereden gideceğimizi henüz bilmiyoruz. Doğduğumuz yüzyılın farkına varamadan zaman, oluş, mekan ve ölüm gibi terimlerin arasında kaybolduk. Düşüncemizin derinliklerinde buraya ait olup olmadığımız, neyi bilmek istediğimiz ve neyi bilebileceğimiz saklı. Bu yazımda anlatmak istediğim şeyin ne olduğunu henüz bende tanımlayamıyorum. Yine de büyük bir işe kalkışıp felsefenin aslında ne olduğunu anlamak ve anlatmak arzusundayım. Satırlarıma başladığım ilk kelime ve son kelime arasındaki ‘’felsefe’’ kavramını bu yazımda ben de sizlerle birlikte bulacağım.  

Felsefeyi anlatırken, dikta tanımlardan uzak durmanın önemli olduğu, Yunanca aslına veya kelime kökenine inmenin gereksiz olduğu kanısındayım. Herhangi bir kelime yaratmadan da, bu kelimenin anlattığı kavrama ulaşabileceğimiz kesindir. Öncelikle kavram ve kelime arasındaki ilişkiye inmenin bu yazıda önemli bir yer tutacağını belirtmeliyim. Yeni doğduğumuzu ve mekan kavramıyla tanıştığımızı farz edelim. Henüz zamanla ve değişimle (oluş) tanışmadık. Gözlerimizin, tenimizin ve kulaklarımızın algıladığı kadar dünyanın farkındayız. Oldukça güç olsa da hareket eden nesnelere ve bize yöneltilen seslere doğru yöneliyoruz.  Ses, var olmakta olan her varlığın çevresiyle kurduğu ilişkinin ürünüdür. Bu ürün yaşamımızı devam ettirmeyi, değiştirmeyi, iletişime geçmeyi ve yeryüzü olarak adlandırdığımız mekanda yaptığımız veya yok ettiğimiz her şeyin ilk nedenini oluşturur. Sesler, anlamlı birlikteliklerle kelimeleri oluşturur. Ancak yaşamın devam etmesinde  kelimeler yeterli midir? Kelime, bir su şırıltısından, bir rüzgar uğultusundan veya bir süpernovanın patlama titreşiminden farksızdır. Eğer bu kelimeye kavram yüklenmezse, meydana çıkan kelime yalnızca bir sestir. Ancak kavram, şu an elimizde bulunan her şeyin; varoluşumuzun, yok oluşumuzun, var etmemizin ve yok etmemizin temel ve asli nedenidir. Kalem nesnesine yüklediğimiz kelime onu kalem yapmaz. Ancak kalemin ne olduğunu tanımladığımız ve bu tanımlamayı kullanışlı bir genel kavram karşılığı olarak kullandığımızda kalemdir. Kalem, el yardımıyla kullanılan ve içinde genellikle mürekkep veya kurşun maddesi bulunan, yazma eylemini gerçekleştiren araçtır dersek bir tanımlama içine hapsetmiş ve kalemi kavramsallaştırmış oluruz. Bizler kavramlarla varlıkları tanımlar ve kavramlarla değerlerimizi belirleriz. Bu yüzden felsefenin bir kelime değil bir kavram temellendirme girişimi olduğunu ısrarla söylemeliyiz.

Hubble Teleskobu'ndan NGC 7252 Gökadası

Kendini çevreleyen doğada insanın yapabileceği tek şey, varoluşun bilmecesini yavaş yavaş, adım adım çözmektir. Felsefe, sonsuz olanı, her şeyin temelinde yatan nedenleri ve yasalarını kavrama çabasının bir zorunluluğudur. Bilmek isteriz. Gidebilecek tüm sınırların ötesine geçerek varlığımızın biricik sebebini, kaynağını ve sonunu merak ederiz. Bu merakın kuvveti, bize ulaştığımız her bilgi ve kabulün yeniden sorgulanması gerektiğini hatırlatır. Bu hatırlatış aslında felsefeyi en önemli zeminlerinden biri haline getiren yenilenebilirlik ve sürekliliğine işarettir. Felsefeye besledikleri ilgiliyle birlikte henüz onu tanıma fırsatı bulamamış kişiler, felsefeyi vaat ettiklerini karşılamaktan uzak, anlaşılması zor ve ilk başta uyandırdığı ilginin aksine aslında anlamsız bir arayış olarak nitelendirebilir. Bu yanılgı aslında herkesin sorabileceği sorulardan çekinerek, kendi düşünme ve bilgilenme yeteneğini geliştirmekten çok, bu sorulardan çıkarılması gereken sonuçların hazır olarak bulabileceğine ilişkin beslediği umuttur. Ancak felsefe bir umut, hayal veya gerçekliğinden emin olmadığı hiçbir şey vaat  etmez. Felsefe ancak ve ancak gerçekliğe giden yolda tüm olasılıkları yine kişiyle birleştirmek için girişilen savaştır.

Bilmek isteriz. Gidebilecek tüm sınırların ötesine geçerek varlığımızın biricik sebebini, kaynağını ve sonunu merak ederiz. Bu merakın kuvveti, bize ulaştığımız her bilgi ve kabulün yeniden sorgulanması gerektiğini hatırlatır.

Hubble Teleskobu'ndan Helis Bulutsusu

Felsefe Tarihindeki Tüm Filozoflar Yanıldı mı? Gerçeklik Neden Bilinemiyor?

Spekülatif düşüncenin karmaşıklıklarını tanımayan için felsefe şaşırtıcı bir girişimdir. Felsefeye yeni başlamış bir okuyucunun, “Eğer filozoflar ne aradıklarını bile bilmiyorlarsa, onu bulmalarını nasıl bekleyebiliriz?” diye düşünmesi olasılıklıdır. Filozof, bir şeye bilim insanı gibi “Neden?” sorusunu sormakla yetinmez. Buna “Nasıl?” , “Ne için?” sorularını da yöneltir. Tüm bu sorulara verdiği yanıtla, sistemli bir filozof evreni ve insanlık tarihini bir bütün olarak yanıtlama istencindedir. Felsefe bir çelişkiler zinciri değildir. Bir filozoftan sonra zaman, mekan ve kavram değişebilir. Bir filozofun söylediği tüm savlar reddedilmiş veya gücünü yitirmiş olabilir. Yine de filozof bu düşünce yığınına koyduğu şeyle felsefi duruşu ve gerçekliğe giden yolu besler. Felsefe için zamanla değişim içine girdiğini ve bu değişimin onu gereksiz bir uğraş haline getirdiğini söylemek ve üstüne üstük onu bilimden daha alçak konuma düşürmek, bilim tarihinden istenmeyen ve eksik bulunan durumların değiştirilmiş veya çıkarılmış olduğu gerçeğini gizlemektir. Bilim de bunu yapmış, yepyeni düşünce ve ispatlarla modern bilim çağını dönüşüm ve yeniliği zorunlu bir eylem olarak sabitlemiştir. O halde felsefeyle ilgilenen bir okurun ilk olarak farkında olması gereken şey, aslında herkes için aynı olan gerçeklere dayandırılan sonuçların, farklı olabileceği olasılığıdır. Nasıl ki toplumun oluşabilmesi için farklı ilgi ve yetilerle donanmış insanlara gereksinim varsa, içinde birbirine zıt ve farklı pek çok öge ve özelliğin hepsini birden barındıran dünya ile ilgili gerçeği, bir bütünsellik içinde ortaya koyabilmek içinde farklı düşünüş biçimlerine ihtiyaç duyarız. Her filozofun kendine özgün sisteminin olması, bizim felsefeyi asılsız ve saçma olarak kabul edip, ona yüz çevirmemize gerekçe temin etmemelidir. Aslında, şu bir gerçekliktir ki, felsefenin kesinsizliğinden en çok tedirginlik duyanlar, sorgulamaktan çok inanmaya kaçınılmaz bir gereksinim duyanlar arasından çıkmaktadır.