Abuzzz
Kur’an okudum. Yüce bir varlığın bu kadar tutarsız bir kitap yazamayacağını anladım. Üstüne evrim araştırmaları yaptım ve yaratıcının (en azından ilahi dinlerdeki gibi) olmasına gerek olmadığını fark ettim. Sürekli kendini öven bir varlığın olmadığı zamanda normal olarak hayatımızın devam ettiğini görünce içinde bulunduğum boşluktan yani İslamiyet’ten uzaklaştım.
aleksandr tor
Çok samimi bir arkadaşım şehit olmuştu. Acaba ahirette eksik kalan muhabbetimizi devam ettirir miyiz, diğer ölen sevdiklerimle görüşmelerimiz nasıl olur? diye merak içindeydim. Cennet ayetlerini incelemeye başladım. Keşke incelemez olsaydım, dedim. Sonra merak ve aldatıldım mı diye diğer dinleri araştırmaya başladıkça; “haaaa, bak sen” demeye başladım
ve yaklaşık 2 yılın sonunda kendi fikrimi verebilecek doygunluğa ulaştım. Açık net ateistim.
Barış
İnançlı olan insanlardan kaç tanesi dinini seçtiği süreci hatırlıyor? Bir seçim yapmak için seçim yapacaklarının ne olduğunu bilmek gerekir. Peki dünyada sayısı 4.000'i bulan inançların hepsinin içeriğini bilerek içlerinden şu an inanıyor olduğu dini seçen teist var mıdır? İnanıyor olduğu dinin gerçek, diğer binlerce dininse yalan olduğu kanısına nasıl vardılar?
Her insan ateist doğar, aile kendi inancını çocuğa bir damga gibi verir ve öyle yetiştirilir. Kimliklerimize bile doğar doğmaz yazdırılır. Sonrasında -istisnalar harici- kişiler tıpkı dil gibi farkında olmadan ailesinin dinini benimser ve tüm hayatını öyle tamamlar.
İsmim Barış; ben de sayısı az olan fakat sayısı gün geçtikçe artan o istisna kişilerden biriyim. Yirmili yaşlarıma varırken olgunlaşan irademle bir seçim aşamasına geldim ve yazının ilerleyen kısmında anlatacaklarımın sonucunda ateist oldum. "Nasıl ateist oldun?" sorusunu daha da uzun uzadıya cevaplayabilirim ama "Nasıl Müslüman olmuştun?" ya da "Neden Müslüman olmuştun?" diye sorarsanız bir cevap veremem. Çünkü Müslümanlığı seçtiğim bir süreç hatırlamıyorum. Ateist olana dek doğduğumda ailem tarafından verilen o kimliği taşıdım. İlkokul yıllarında bir cemaatin okulunda öğretim gördüm. Bulunduğum ortamın da etkileriyle dindar denilebilecek bir Müslümandım. Liseli yaşlarda kafamda Tanrı inancımı sarsan sorular oluştu. Bu soruların en başında merhametli bir Tanrı’nın nasıl olup da bunca kötülüğe suskun kaldığıydı. Yıllarca kendime verdiğim “imtihan dünyası” cevabı artık beni tatmin etmiyordu. Çünkü görüyordum ki “şehit” olanlar hep yoksul ailelerin evlatlarıydı. Ameliyat ücreti karşılanmadığı için çocuk yaşta ölen yoksullar vardı. Ya da ucuz bir vakfın okulunda tecavüzcü sapık hocalara maruz kalan çocuklar, kaliteli bir koleje gönderecek parası olmayan yoksul ailelerin çocuklarıydı. Bunlara ek olarak imtihanın parçası dedikleri ölümü kaderle ilişkilendiriyorlar. Fakat Afrika'da ortalama ölüm yaşı 40 iken, Avrupa'da bu sayı 90'dı. Galiba imtihan dedikleri her coğrafyada farklı ve adil değildi. Ya da söz konusu ölüm yaşı Tanrı yazgısı bir kader ile ilişkili değil, ülkelerin gelişmişlik ve zenginlik düzeyiyle ilgiliydi.
Tüm bunları düşünürken artık bir şeyi fark etmiştim; Tanrı her seferinde güçsüzleri sınıyordu. Kafam karışıktı. Önümde iki seçenek vardı; ya sorgusuz sualsiz söylenenlere inanarak emirlerle yaşayacaktım ya da gerçeklerin peşine düşecektim. Ben inanmayı değil bilmeyi istiyordum ve ikinci seçeneği seçtim. Tanrı da dini sorgulayıp akıl süzgecinden geçirdikten sonra inanmamı isterdi, diyerek sorgulayıp araştırmaya başladım. İlk iş olarak yıllarca okulda Arapçasını okuduğum Kuran'ın biz insanlara neleri emrettiğine, ne yapmamızı istediğine, cennette neler olduğuna, cehennemde ne olacağına, Kuran'ın bilimle tezatlığı ya da eksikliği olup olmadığına bakmak için meal okumaya başladım. Okumaya başladığımdaysa yıllarca bilinçaltımda taşıdığım o sorgulanmaz otoritenin korkusunu biraz olsun yenerek kutsallığı konusunda şüpheye düştüm. Evet şüphe duymak zordu, bunlar yıllardır inandıklarım olduğu için daha zordu. Ama kandırılmış olmaktan çok daha iyiydi.
Sizle birkaç yıl süren ve ateist olmama sebep olan araştırmalarımdan, sorgulamalarımdan bir kaçını paylaşmak isterim. Bunların en başında kutsal kitapların bilimsellikleri geliyor. Bu çerçevede kutsal kitapların içeriğini araştırdım fakat dinazorların, uçan dev kuşların neden yaratılıp sonra da yok edildiğini bilen bir kutsal kitap olmadığını gördüm. Eğer gerçekten Tanrı yazgısı olsalardı dünya için çok önemli olan bu konuyu önceden bilirlerdi. Neyse ki bilim hepsini cevapladı ve cevaplamaya devam ediyor. İnanç ile ilgili sorulması gereken en önemli sorulardan biri de ailemizin ve çevremizdekilerin sahip olduğumuz din üzerindeki etkisinin ne olduğuydu? Dünya üzerindeki dinleri biraz inceleyip düşündüğümde fark ettim ki insanların sahip oldukları dini kendileri değil; coğrafyaları belirliyor, aileleri onlar doğduğunda çoktan seçmiş oluyorlar. Ebeveynler çocukların aklını kendi inanç ve doğmalarıyla doldurmadıklarında görecektirler ki, inanç Tanrısal değil aileseldir. Örnek vermek gerekirse, Hindistan'da ayinlerde kutsanan bir çocuk büyüdüğü zaman Hindu din önderi olacak ve İslamı, Hıristiyanlığı ve diğer tüm dinleri Hinduizme davet edecektir. Bununla da kalmayacak, onlara yanlış yolda olduklarını söyleyecektir. Bunun dışında bir olasılık pek mümkün görünmüyor. Aynı şekilde bir Müslüman, bir Hıristiyan, bir Budist ailenin çocuğu da neredeyse istisnasız aynı çağrıyı yapacaktır: “Artık yanlış yoldan dönün, gerçek olan din bizimkisi”. Richard Dawkins bu durumu çok güzel özetlemiş aslında: "Tanrı ne kadar düşünceli değil mi? Her şeyi o kadar güzel ayarlamış ki, nerede doğarsan doğ, oranın yerel dini hep gerçek olan din çıkıyor."
Dünya üzerindeki dinleri biraz inceleyip düşündüğümde fark ettim ki insanların sahip oldukları dini kendileri değil; coğrafyaları belirliyor, aileleri onlar doğduğunda çoktan seçmiş oluyorlar. Ebeveynler çocukların aklını kendi inanç ve doğmalarıyla doldurmadıklarında görecektirler ki, inanç Tanrısal değil aileseldir.
Peki ya dinlerin emirleri altında kadın olmak nasıldı? Kutsal kitaplar okunduğunda görülebilir ki, dinler erkeğe itaat ederek köle gibi yaşayan, özgürlük ve eşitlik talep etmeyen kadınlar istiyordu. Ve eğer emirlere uymazsa recm edilerek ya da kırbaçlanarak cezalandırılmalarını emrediyordu. Kutsal kitapların içeriğinde kadınlarla ilgili tüm bu emirleri okuduktan sonra bir sonuca vardım: Kadın Tanrı’ya taptığını sanıyordu, oysa taptığı şey erkeğin kurduğu egemenlik sisteminden başka bir şey değildi. Bunların dışında siz de din ve inançların tarihini biraz araştırdığınızda görebilirsiniz ki, en eski dönemlerden bu yana bir çok din ve inanç, toplumları her vicdansızlığa yönlendirebilmiş, her canlıya acı vermelerine sebep olabilmiştir. Örneğin Van kedileri eski uygarlıklarda, önce kutsal sayılarak tapılmış sonra bu kedilere şeytani özellikler atfedilerek işkenceye maruz bırakılmış, yakılmıştır. Örnekleri çoğaltmak da mümkün. Mesela eski Ahit'deki Kefaret Günü ayinlerinde Yahudi kavminin günahları kura ile seçilen bir erkek keçiye yüklenirdi. Sonrasında Azazeladlı kötü ruhu yatıştırmak ve Yahudi kavmini günahlarından arındırmak için Kudüs dışında bir uçurumdan aşağıya atılırdı.
Hepsinden önemlisi, bugün en yaygın olan dinler arasındaki yaşanmış savaşlar yüzünden bir çok insanın öldüğünü, kutsal kitaplardaki emirler ve batıl inançlar ile büyük acılara maruz kaldıklarını hepimiz bilmekteyiz. Haçlı seferleri, cihadçı intihar bombacıları, İsrail-Filistin savaşları, 11 Eylül, Hindistan-Pakistan bölünmesi, Keşmir sorunu, Sırp-Hırvat-Müslüman katliamları, ciltlerinin bir kısmı göründü diye kadınların kırbaçlanması, sevdiği insanla evlenmeden birlikte olanlara sopa vurulması veya recm edilmesi, kız çocuklarının sünnet edilmesi, kafirlerin ve dinden dönenlerin halka açık yerlerde kafalarının kesilmesi... Evet, Tanrı adına öldürülenlerin sayısı kanserden ölenlerin sayısından çok daha fazla, ve biz hala kansere çözüm arıyoruz! Tüm her şey tamam ama peki onca din adamı yanlış mı biliyordu? Yanlış mı biliyorlar bilmiyordum ama, din adamlarının bir araya gelip evsizler için proje yaptıklarını hiç görmemiştim. Bunun sebebini başta Türkiyeliler olmak üzere din adamlarını tanıyıp araştırınca anladım, sebebi oldukça basitmiş; o işte para olmaması! Din adamlarının neredeyse hepsi din ile insanların beyinlerini uyuşturarak vicdan sömüren tacirlerdi. Yine onlar toplumun gelişim mekanizmasının önünde duran ve din faşizmini aşılayan kimselerdi.
İçime sinmeyen bir durum daha var. Tanrı’nın her çarşamba soğukta evsizlere çorba dağıtan Ateizm derneği üyelerini sırf kendisinin varlığına inanmadılar diye sonsuza kadar cehenneme, sapık, kadın düşmanı, din tüccarı şarlatan hocaları da sırf inandılar diye cennette gönderecek olmasını vicdanım ve aklım almıyor. Kısaca özetlemek gerekirse, önümde mavi ve kırmızı olarak iki yol vardı. Kırmızı yolda mucize olduğu söylenen efsaneler, hurafeler ve korkular vardı. Düşünüp sorgulamak yerine kitleye ayak uyduranlar vardı ve tek bir şeyin peşinden gidiyorlardı; emirler. Mavi olan yolda ise inanmak yoktu, bilmek vardı. Biraz karmaşık olan bu yolda düşünen, sorgulayan insanlar vardı ve en önemli soruyu soruyorlardı: Neden? 17 yaşımda diğer bir çok insan gibi ben de bu yol ayrımına geldim ve mavi yolu seçtim. Sonucundaysa ateist oldum. Evet, ben ateistim. Sevginin kutsallığına, vicdanın yüceliğine; her ırkın, rengin, cinsiyetin tam eşitliğine inanıyorum; hayvanlar dahil. Hepsi bu... Türkiye'de Müslümanlar nasıl "Elhamdülillah Müslümanım" diye her fırsatta rahatlıkla etnik kimliğini dile getirebiliyorsa biz Ateistlerin de kimliğini rahatlıkla söyleyebildikleri bir ülke dileğiyle. Hoşça kalın.
Hür
Ateizm bir sonuçtur aslında. İslam'ın hakim olduğu bir ülkede sıkıntılı bir sürecin sonucudur. Ateizmin kendisi de dahil olmak üzere, hiçbir düşünceye sorgusuz sualsiz inanmamamın sonucudur. Ortaokuldan başlayarak dindar bir ortamda yetiştim. İmam Hatip’te okudum ortaokulu. O dönemde din bütün sorularımı cevaplıyordu. Ya da ben öyle sanıyordum. Her müslüman çocuk/genç gibi önce inanmıştım, aklımı da o inancıma delil aramak üzere kullanıyordum. Soruları da ona göre soruyordum. Din, gerçeği sorgulayan soruların yollarını çok zekice kapattığından uzun süre doğru soruları bile soramadım. Her şüpheli soruyu şeytanın bir vesvesesi kabul ediyordum. Tüm şüpheleri ortadan kaldıran en güçlü argüman ise mükemmel bir evrenin kendiliğinden var olamayacağı fikriydi. Gerisi kendiliğinden geliyordu zaten. Tek bir hücrenin yapısı, sinyal yolakları, karmaşık mekanizmaların hassas ayarları, mutasyonların sürekli hastalık üretmesi, fenotipik değişikliklerin genotipi etkileyememesi ve dolasıyla Evrim Teorisi’nin zayıflığı üniversite hayatımda da dindar kalmamı sağladı. Her ne kadar dindar da olsam hayatımın hiçbir döneminde arada bir en sağlam düşüncelerimi bile sorgulamaktan vazgeçmedim. En çok da İslam'ın inanmayanlar hakkında nasıl bir hayat önerdiğini merak ederken soru işaretleri oluşmaya başladı. Kur’an’ı o zaman ilk kez objektif okumaya başladım. Büyük bir hayal kırıklığına uğradım. Tekrar tekrar okudum, çelişkileri dindar arkadaşlarla tartıştım. Hiçbiri tatmin edici cevap veremiyordu. Hepsi sorduğum soruların mutlaka bir cevabı olduğunu ama kendilerinin yetersiz olduklarını savunuyorlardı. İlahiyatçı, doktor, öğretmenlerin kendilerini bu kadar yetersiz hissettiği bir konuda halk ne kadar yeterli olabilirdi? Velev ki, cevabını bilen bir kesim veya ulema var olsa bile bu daha büyük bir problem değil miydi? Neden entelektüel dindarların bile düşüncesi net değildi? İslam'ın gerçekten ilahi bir din olması ümidiyle tekrar tekrar okudum. Caner Taslaman, Mustafa İslamoğlu, Ali Şeriati, Humeyni, Yaşar Nuri Öztürk, Seyyid Kutup, Mevdudi vb. okudum. Çok istedim gerçekten bir yaratanın olmuş olmasını. Sanırım öldükten sonra da sonsuza kadar yaşama fikrinin cazibesinden kaynaklanıyordu bu istek de. Ama gerçekçi olmak gerekirse her okuyuşumda üzülerek de olsa ateizme bir adım daha yaklaştım. Şu anda kafam çok rahat. Çelişkili bir dine inanmanın ağır yükünden kurtulunca çok hafiflediğimi hissettim. Bu hafifliğin ilginç bir mutluluk verdiğini gördüm. Hayata daha pozitif yaklaştım. Ahlaki kuralların aslında sosyal bir toplumda mutlu olmanın kuralları olduğunu, bunu bireysel olarak zedelememin sonradan hem bana hem sevdiklerime negatif yansıyacağı bilinciyle daha ahlaksız da olmadım, daha vicdansız da. İyi olmak için dinin gerekmediğini hatta dinin çoğu yerde kötülüklerin (ör: şiddet) kaynağı olduğunu gördüm. Şimdi çok daha mutluyum. Sonsuz bir hayat, bir cennet isteğim de yok. Tek kötü olan şey fikirlerimi dinlemeye tahammül edecek insan sayısının azlığı. Çok yalnızız. Buraya yazmamın nedeni de belki de bu yalnızlığın bir sonucu.