Dinin Sanat Üzerindeki Etkisi

Dinin Sanat Üzerindeki Etkisi

01/01/2017

Dinlerin tarih öncesinden beri sanatın biçim ve niteliğine olan etkisi su götürmez bir gerçek. Elbette bunun etkenlerinden biri de yaşam ve oluşun dinamiklerinde tanrısal, dini, ruhani sebep ve ilişkiler görülmesidir.

İyilik, güzellik, hoşluk gibi insan için “olumlu” kavramların sanat konusu olmasının altında yine bu kavramların dinen olumlanıyor olması yatar. Belirtmek gerekir ki; insan iyiye iyi, kötüye de kötü diyebilmek için değişmez yahut sarsılmaz bir kaynak göstermek de istemiş, belki sayısız farklı kabulden sonra nihai olarak kutsal saydığı değer ve inançları göstermiştir.

“Doğru” olma kaygısı günümüzde de büyük önem taşıyan ve vazgeçilmesi pek de mümkün görünmeyen bir kaygı türü. İnsanın varoluşundan beri, hareketlerinin temelinde doğru dinamiklerin olmasını istemesi, hatta hareketlerinin temelindeki dinamikleri doğrulama/olumlama çabasında oluşu bundandır. Şimdi daha rahat görebiliyoruz ki, sanatın din ile şekillenişi ve gelişiminin de, bahsini ettiğimiz üzere birtakım psikolojik ve duygusal kaygılar temelinde geliştiğini iddia etmek pek de yersiz sayılmaz. Bu konuda en popüler örneklerden biri olan Antik Yunan, dini ve kutsal değerlerini edebiyata, heykele, mimariye taşımış; en usta sanatçılarını da bu değerleri en iyi dokuyan ve işleyenlerden çıkarmıştır. Hatta bu örneği tarihteki diğer bütün uygarlık ve milletler için de vermiş olsaydık, pek de abartmış olmazdık. Çeşitli pagan inanışlar, İbrahimi dinler, putperestlik ve diğer inanç sistemleri arasında temelde nice farklılıklar bulunsa da, tüm dinlerin sanat ile somutlaşan ifasını görmek mümkündür. Eski zamanlardan günümüze doğru tarihsel bir yolculuk yapabilme şansımız olsaydı, neredeyse bütün mimari eserlerin tanrı veya kutsal sayılan başka öğeler adına yapıldığını görebilme imkanımız da olurdu. Dinin, sanat üzerindeki etkisinin öylesine büyük olduğunu görüyoruz ki, Türkiye topraklarında sanat ürünü olarak kabul gören birçok cami, kilise, medrese, anıt mezar, türbe ve benzeri mimarilerin dini sebepler dışında estetik kaygılarla da ziyaret ediliyor olmasına ve ilgi odağı olmasına şaşmamalı.

The Creation Of Adam, 1511. Michelangelo

Kusursuzluk, mükemmellik ve sonsuzluğun ifade edilişi de ancak bu kavramların niteliklerini yansıtmayı, hissettirmeyi başarabilen eserlerle mümkün olabilir inancı, birbirinden etkileyici sanat eserlerinin dünyanın dört bir yanında görülebilmesini de olanaklı kılmıştır. Dinin mensuplarının niteliksel ve niceliksel gücü ile, o dini çevrenin ortaya koyduğu eserin niteliksel ve niceliksel gücü arasında da elbette bir doğru orantı gözlemliyoruz. Günümüzde en fazla mensubu olan Hristiyanlık inancının, sanatın her alanından dünya mirasına kazandırdığı birçok eser de sanat çevresinde kaydadeğer bir şöhrete sahip. Kutsalın sanatsal ifasının gücünün de yine aynı kutsalın, kutsallık derecesiyle doğru orantılı olduğunu görmek mümkün.

Kusursuzluk, mükemmellik ve sonsuzluğun ifade edilişi de ancak bu kavramların niteliklerini yansıtmayı, hissettirmeyi başarabilen eserlerle mümkün olabilir inancı, birbirinden etkileyici sanat eserlerinin dünyanın dört bir yanında görülebilmesini de olanaklı kılmıştır.

Brezilya'nın Rio de Janerio kentinde denizden 700 metre yükseklikte bir tepe üzerine inşa edilen ve eşsiz manzarasıyla büyüleyen 38 metre uzunluğundaki Kurtarıcı İsa heykeli, Mısır'ın Kahire kentinde bulunan ve binlerce yıl boyunca niceliksel anlamda dünyanın en büyük mimari yapısı olan, Mısır firavunu Khufu'nun anıt mezarı niteliğindeki Keops Piramidi, eskiden Rodos Adası’nda bulunan, tunçtan inşa edilen 32 metre yüksekliğindeki Antik Yunan tanrısı Helios heykeli ve Suudi Arabistan’ın Mekke şehrinde bulunan, sanılana göre İbrahim peygamberden bu yana varlığını korumuş olan Kabe’nin etrafını yaklaşık 400.000 metrekarelik alanla çevreleyen ve bünyesinde yaklaşık 800.000 insan barındırma kapasitesi olan büyük ibadethane Mescid-i Haram, bahsettiğimiz bu görkemliliği ve kutsallığı yansıtmak için inşa edilmiş yapılardan yalnızca bazıları... Bu yapılar aynı zamanda sanatın en güzide halini gösterebilme kaygısı ile yapılmış ve hepsi de ifade ettikleri dini ve tanrısal değerlerin niteliğini hissettirebilmek amacıyla inşa edilmiştir. Konsept olarak Tanrı’nın mükemmelliği ve kusursuzluğu estetik açıdan, sonsuzluğu ve kudreti ise niceliksel olarak ifade edilmiş; günümüzde yahut geçmişte bu ifade yollarında, farklı şekilde ifade biçimlerine de rastlayabiliyor olsak dahi, Tanrı’nın ve dini kutsalların nitelikleri sanatta mutlaka doğrudan hissettirilmeye çalışılmıştır.

Psyché reçue dans l'Olympe, 1524. Polidoro Caldara da Caravaggio

Tüm dinlerde az veya çok miktarda farklılıklar gösterdiğini göz önünde bulundurmakla beraber; günah, yasak, yanlış, kötü gibi kavramları doğrudan veya dolaylı olarak çağrıştıracak konuların sanatsal çerçevede işlenmemesi, işlense dahi o konunun dindeki yerinin vurgulanması ve konuyu olumlayan herhangi bir unsura yer verilmemesi dikkatimizi çekiyor. Tabii ki, bunun sebebini kestirmek pek zor değil. Dini emir ve kuralların elbette sanat üzerinde de hükmü olmuştur. Örneğin, yakından bildiğimiz gibi, İslam’da çıplaklık, cinsellik gibi konularda kırılması imkansız tabular ve katı yasaklar zinciri vardır. Bu tavrın aynı konuların sanatsal işlenişi için de geçerli olduğunu görüyoruz. Dünya tarihinde görebildiğimiz üzere, uzunca bir dönem din dışı unsurların sanatın konularına dahil edilmemesi, dinen uygun olmayan her türlü durumun sanat çerçevesi içinde ele alınmaması, dinlerin sanata yön verebilme gücüne de bir örnek teşkil eder. Yani dinler, her ne kadar sanatın özellikle teknik ve pratik anlamda gelişimi ve ilerleyişine dolaylı olarak destek sunsa da, konuları sınırlaması, sansürlemesi ve yasaklaması ile de sanatın başka insanlara ulaşamaması, kendini gerçekleştirememesi açısından sanatı büyük oranda kısırlaştırmaktadır.

Bilinen insanlık tarihinin başından beri, dini inançların dünyada varlığı ve etkinliği söz konusu ve bu inanç sistemlerinin sosyal ve kültürel alanda insan hayatına fiziksel ve düşünsel çerçevede ne denli müdahale ettiği çok açık. Sanat ise insanın yaratıcılığının sınırlarını ortadan kaldıran, insanı alabildiğine özgür bırakan bir alan. Sanatçı hür olmak, dilediği yerde gezinmek istiyor.  İşte tam bu noktada insan ve din kavgası başlıyor gibi görünüyor, ki bu gerilim de sanatı besliyor. Bu durum bir çelişki gibi görünse de, sanatın ne olursa olsun, her koşulda yaşayabileceğine dair bizlere bir ipucu veriyor. Çünkü sanat, her tür konuyu malzeme edinebilir ve işleyebilir niteliklere sahip. Bu noktada da sonsuzluğun, yaratıcılığın ve kudretin sanat karşısında bir malzeme olmak dışında hükmü kalmıyor.