Militan Materyalizmin Güncelliği

Militan Materyalizmin Güncelliği

01/01/2014

Türkiye, AKP’nin iktidarda olduğu son 11 yıl boyunca, tarihinde hiç görmediği gerici uy­gulamalarla tanıştı. Kuşkusuz, tari­katlarda, tekkelerde, şeyh dergâhla­rında ve kara cehaletin yuvalandığı her yerde üreyen İslamcı gericilik her zaman Türkiye’de egemen dü­zenin bir parçasıydı. Ancak ilk defa İslam, laiklik prensibini bu derece parça parça edercesine devletin ta­mamına çöreklenmiş, toplumsal yaşantının her alanını kendi karan­lığına boğmaya çalışır bir hale gel­mişti.

İrili ufaklı pek çok skandal yaşa­dık bu dönemde. Gün geldi başba­kanın ağzından “biz dindar gençlik yetiştireceğiz, siz çocuklarınızın tinerci mi, ateist mi, büyüklerine is­yankâr mı olmasını istiyorsunuz?” sorusuyla karşı karşıya kaldık; gün geldi AKP Zonguldak Milletvekili

Özcan Ulupınar’ın “ateistten kim­seye fayda gelmez” sözünde oldu­ğu gibi, cehalet kadar saldırganlık dolu, ateistleri makbul olmayan vatandaş, hatta “katli vacip” ilan eden söylemlere maruz kaldık. Ne var ki gerici karanlığın ülkeye ver­diği en büyük zarar 4+4+4 eğitim sisteminin yasalaşması, tüm eğitim sisteminin dinselleştirilmesi oldu. Bu konuda da en kritik açıklama gerici partinin Malatya Milletvekili Mustafa Şahinden gelmişti: “Siz bu eğitim sistemini getirirseniz imam hatipler yine parlayacak diyorlar. Parlarsa kim zarar görür? Bu ülke­deki ateistler, marksistler. Din ve devlet düşmanları. Millet düşman­ları zarar görecek.”

Önemli olduğu ve yazının ilerle­yen kısımlarında değineceğim için uzun uzun alıntılama gereği duy­dum; zira ben bu yazıda Şahin’in ta­nımladığı iki düşman olan ateistler ve marksistler arasındaki mesafe­nin Şahin’in zannettiği kadar yakın olmadığını ve fakat onun gibi geri­cilerin korkularını gerçeğe dönüş­türecek kadar yakınlaştırılması ge­rektiğini savunacağım. Bunun için de hem bir kavram, hem de tarihsel bir deneyim olan militan materya­lizmi ele alacağım.

Ateistler Ne Yapmalı?

Yazıya bu çok kritik soruyla başlayalım. Bugünün Türkiye- si’nde ateistlerin amaçları ne olma­lıdır? Bu konuda, hayatım boyunca islamla didişmiş bir ateist olarak vereceğim yanıt basittir: Gericiliği, son on bir yılda ele geçirdiği top­lumsal mevzilerden söküp atmalı­yız. Bunun için de örgütlü olmaya ihtiyacımız var. Tecrübemiz bize köşemizde oturup tek başına mut­suzluğumuzu beyan ederek, islamın şu veya bu hurafesini didikleyerek, sadece kendi elimizin kolumuzun değdiği insanlara ateizmi anlatarak bir yere varamadığımızı öğretmiş olmalı. Karşımızda, kendisi modern toplumsal yaşantıya aykırı olsa da o yaşantının en önemli örgütü olan devleti ele geçirmiş ve bize sivil de­ğil, basbayağı resmi yollardan saldı­ran bir “kara gericilik” var. Bununla bol bol dalga geçebilir ya da facebo- ok sayfalarımızdan bilimsel aydın­lanmanın ışığını yaygınlaştırmaya çalışabiliriz, ama faaliyetlerimizin ateist bireyler olarak yaşantımızda, özgürlüklerimizde kalıcı iyileşme­ler yaratmasını istiyorsak;

  1. sadece kendimiz değil tüm ate­istleri kapsayacak sonuçlar elde et­meli,
  2. elde ettiğimiz sonuçların bekçisi ve takipçisi olmalıyız. Bu, bireysel yapılabilecek bir iş değildir.

Ateistlerin Türkiye’de acilen res­mi ve kurumsal olarak temsil edil­meye ihtiyacı vardır. Bu kurum, ateistlerin bir vatandaş olarak hak ve özgürlüklerini gözetmeli, bun­ların doğrudan ya da dolaylı olarak ihlal edildiği durumlarda hukuksal adımlar atmalı, ayrıca sürekli ola­rak islamcı gericiliğe karşı ideolojik mücadele vermelidir.

Ama her şeyden önce samimi olalım ve ne kendimizi, ne de bir­birimizi kandırmayalım. İslam, asla ve kat’a ateizmle barış içinde, aynı toplumda yan yana yaşamaz. İslam baskıcı, yayılmacı ve yok edicidir. Kendilerine aykırı her düşünceyi varlıklarını tehdit eden bir düşman olarak algılar ve bu düşünceyi ta­şıyan kişilere, sayıları ne kadar az olursa olsun saldırırlar. Anakronik oldukları, yani modern topluma aykırı oldukları için, bu saldırgan­lıkları sadece doğrudan islama karşı olan düşüncelere değil, dolaylı ola­rak ona zarer verecek düşüncele­re de uzanır. Örneğin bir gericiye “çocuklarımıza modern, bilimsel eğitim vermeliyiz” derseniz size “çocuğumu Allah’sız mı yapmak istiyorsun” diye hırlar. Kadın erkek eşitliğinden bahsederseniz, “kızımı fahişe mi yapacaksın” diye saldırır.

Özetle ateistler, inançsızlıklarını saklayarak ve dışa açık yaşantıla­rında, kendilerine karşı alabildiğine saygısız ve saldırgan olan islamın, sınırları ısrarla net çizilmeyen “de­ğerlerine” saygı göstererek yaşamak zorunda kalmak istemiyorlarsa; is­lamcı gericiliğin dişinin tırnağının sökülmesini, öncelikle de bugün çöreklendiği toplumsal mevziler- den sökülüp atılmasını sağlamalı­dır. Bunun için ise ateistlerin sade­ce kendilerinin örgütlü olması da yetmez; islamcı gericiliğin bugün sahip olduğu toplumsal güçten ra­hatsız olan diğer toplumsal örgüt­lülüklerle ittifak içerisinde hareket etmesi, hatta onlara İslam karşısın daki tutumlarında öncülük etmesi gereklidir.

Dediğim gibi, ne kendimizi, ne de birbirimizi kandırmayalım. Bunları söylediğimizde burnumu­za sınırları belirsiz bir “inanç öz­gürlüğü” dayayacak olanlara “hadi ordan!” demeye hazır olalım. Her özgürlük, ancak sınırları tanımlan­dığı müddetçe meşrudur. Bugün islamcı gerici güruhun ele geçirdiği inanç özgürlüğü ramazanda sokak­ta yemek yiyene saldırma, başı açık kadına tecavüz etme, ufacık çocuğa zorla din dayatma, ateistlere haka­ret etme özgürlüğüdür.

Bu özgürlük bizim esaretimizdir.

Eğer onların istediği gibi bu ülke­den defolup gitmeyeceksek, hayatı­mız boyunca Nazi Almanyası’nda- ki Yahudiler gibi gizli saklı, her an yok edilme tehlikesinde yaşamayı kabullenmeyeceksek; örgütle­neceğiz ve islamcı gericilikle sadece sahip olduklarımızı savunmak için değil, kaybet­tiklerimizi de geri almak için mücadele edeceğiz.

Militan Materyalizm

Militan materyalizm kavramı ilk olarak 20. yüzyılın başlarında kullanılmış olsa da içeri­ği daha eskiye dayanıyor ve özetle materyalist düşünce­nin dinsel dogmayı doğru­dan hedef tahtasına koyan aydınlanma mücadelesini anlatıyor. Bu mücadelenin o dönemde başlıca dayanak noktası bilimde yaşanan ve hristiyanlığın dogmalarını sarsan gelişmelerdi. Öyle ki örneğin Rus materyalistleri ellerinde teleskop, köy köy gezip, cahil köylülere “bak gökte Allah yok, ay var, gezegenler var.” diye aydınlanma mücadelesi yü­rütüyorlardı. Bu mücadele, bugün ne kadar sığ görünürse görünsün başarıya ulaştı ve Avrupa’yı dünya­nın dinsel dogmalardan en arınmış coğrafyası haline getirdi.

Bu mücadele Osmanlı’ya hiç uzanmadı. Öyle ki gökte Allah değil gök cisimlerinin olduğunu köylüle­re anlatmak şöyle dursun, yalnızca gözlemlemeye çalışan müneccim- başı Takiyüddin’in rasathanesi, me­leklerin bacaklarını dikizlediği ve böylelikle depreme sebep olduğu gerekçesiyle padişah 3. Murat tara­fından topa tutturularak yıkılmıştı. Cumhuriyet’in kurulduğu yıllarda Osmanlı’dan devralınan cehalet bi­raz olsun aydınlatılmaya çalışıldı, bilhassa 1930’larda eğitim müfre­datında dinin karşısına bilimsel aydınlanma yerleştirildi ama bu da kısa sürdü. II. Dünya Savaşı’nın sonundan itibaren Türkiye’de dev­letin birinci önceliği komünizmle

mücadele oldu ve bunun için din, bilimden çok daha faydalıydı. Öyle ki Sovyetler Birliği uzaya ilk çıkan ülke olduğunda paniğe kapılan ve tüm eğitim müfredatını bilimselliği öne çıkartacak biçimde yenileyen ABD’nin aksine Türkiye, 1950’ler- den itibaren hep daha dinsel bir eğitime yöneldi. 12 Eylül darbesi­nin ideolojisi “Türk-İslam sente­zi” oldu. Ardından Turan Dursun, Uğur Mumcu gibi aydınların kat­ledildiği, Sivas’ta gerici bir güruh tarafından 35 kişinin canlı canlı yakıldığı karanlık yıllar geldi. Yani son on bir yılda iyice derinleşmiş olan gerici karanlık, AKP iktida­rıyla birlikte başlamadı; bu toprak­larda kökleri çok derine giden bir geçmişe sahip.

Biz ateistler eğer Türkiye’de hak ve özgürlüklerine saygı gösterilen vatandaşlar olarak yaşayabilmek istiyorsak, bu topraklarda aydın­lanmanın ilerlemesi için mücadele etmemiz ve bunu yaparken islamı doğrudan doğruya hedef tahtası­na yerleştirmemiz gerekiyor. Ne var ki bugün, sadece isla- mın bilimle çelişen yönlerini öne çıkartarak bir sorgulama yaratmamız ve gericiliğin toplumsal dayanaklarını za­yıflatmamız mümkün değil. İslamcılar dinlerinin pek çok unsurunun bilimle çelişti­ğinin farkındalar ve bunu umursamıyorlar. Diğer yan­dan, Turan Dursun’un ön­cülük ettiği, Kur’an ve ha­dislerdeki gerici unsurların ortaya dökülmesi de kuşku­suz önemli, ama yeterli değil. Gerici düşünceyle, salt onun kendisini zemin alarak ve güncelden kopuk bir müca­dele veremezsiniz. Türkiye’li hemen her ateist hayatının bir noktasında Ayşe’nin yaşı konulu bir polemiğe girmiş­tir veya “orada kastedilen doğum değil ergenlik sonrası yaş” ya da “o zamanın şartları gereği, peygamberimiz onun­la korumak için evlendi” saç­malıklarına maruz kalmıştır.

Bu saçmalıklardan kurtulmanın tek yolu, tartışmayı güncel ve ger­çek olana çekmektir. Bu ülkede her gün kadınlar öldürülüyor; çocukla­ra tecavüz ediliyor ve “rızası vardı” deniyor; devlette yolsuzluk, görevi kötüye kullanma, sıradan vatan­daşı aşağılama istisna değil kural haline gelmiş durumda ve bunların hepsini müslümanlar yapıyor. 13 yaşında, yaşının iki katı sayıda er­keğin tecavüzüne uğrayan N.Ç.’ye bunun yapılabilmesi ile islamcılı­ğın bu ülkede bu denli güçlenmiş olması arasında sıkı bir bağ var. Muhafazakârlık ahlaksızlığı, teca- vüzcülüğü, pedofiliyi azaltmıyor, aksine yaygınlaştırıyor ve dokunul­maz hale getiriyor. Eskiden “dini ve milli değerlerimi incitti” diye adam öldürüp ceza indirimi alanlar, şim­di serbestçe kadın çocuk demeden ırza geçiyor, rüşvetle semiriyor ve sadece islamcı gerici iktidara yanaş­tıkları için dokunulmazlık kazanı­yorlar. Ateistin ahlaksız olduğunu iddia edenler, ateistlerin binde biri kadar dahi ahlaklı davranmıyorlar.

Hedefe konulması gereken bu- dur. Türkiye’de önce devletin, ar­dından tüm toplumsal yaşantının islamcılaşması (mahalle baskısı artık hafif kalıyor), ülkeyi ve top­lumsal dokuyu çürütüyor; sünni müslüman olmayan herkesin hak ve özgürlüklerini yok ediyor. Ate­istler, kendi cephelerinden ancak herkes için bu gericileşmeye karşı bir bayrak yükseltmeli, insanlığın evrensel kazanımı olan aydınlanma değerlerini, başta da laikliği mili­tanca savunmalıdır.

Kim İle Birlikte

Yukarıda bu mücadelenin sa­dece ateistler tarafından yürü- tülemeyeceğini söylemiştik. Diğer yandan, ateistlerin bağımsız bir hat kurgulayamamaları daima onların ileri taleplerinin bir takım siyasi hesaplarda göz ardı edilmelerine sebep oluyor. Bu yüzden ateistler kendi bağımsız örgütlerini kurmalı ve islamcı gericiliğe karşı mücadele­de ortaklaşabilecekleri başka örgüt­lerle ittifaklar geliştirmeli. Ancak bundan daha önemli bir şey var: Ateistler, islamcı gericilik karşısın­da ödün vermeyecekleri radikal bir duruş ile, ittifak kuracakları diğer örgütlere de öncülük etmeliler.

Türkiye’de ateistlerin potansiyel olarak ittifak yapabileceği iki top­lumsal hareket olduğunu düşünü­yorum. Bunlar alevi dernekleri ve sol örgütlerdir. Ben bu yazıda, bana verilen sayfa sınırını aşmamak için yalnızca ikincisini ele alacağım ve ilkini değerlendirmeyi başka bir ya­zıya bırakacağım.

Teorik olarak ele alındığında her marksist ateist olmak zorundadır; ama iş pratiğe geldiğinde ülkemi­zin sosyalistleri ya islamın orasın­da burasında sosyalizme uygun bir şeyler bulmaya ya da “halkın değer­leriyle çelişmemek”ten bahsetmeye başlarlar. Birincinin güncel örneği Türkiye’nin pek çok marksistinin, Antikapitalist Müslümanlar’ın Gezi Direnişi ve ramazanın çakışması vesilesiyle kurdukları “yeryüzü sof­ralarına” doluşmak için birbiriyle yarışmış olmasıdır. İkincisi ise, is­lamcı gericilerin “islamın değerle- ri”ne atfettikleri dokunulmazlığın uşakça bir yankısı ve bir özgüven eksikliği göstergesidir.

Ateist hareket bir yandan bün­yesinde kaçınılmaz olarak önemli sayıda, bazıları çeşitli sol örgütlere mensup marksist barındıracak, di­ğer yandan da bağımsız bir müca­dele hattı oluşturduktan sonra çe­şitli başlıklarda bu örgütlerle ittifak kuracaktır. Ateist hareket tüm bu süreçte Türkiye solunun din karşı­sındaki titrekliğini tekrarlamamalı;

aksine onlara islamcı gericilik kar­şısında nasıl sağlam durulabileceği- ni göstermelidir.

Son 11 yılın ardından biz ateist­lerin kaybedecek hiçbir özgürlü­ğü kalmadı. Gelinen noktada açık açık olmasa da, ülkeyi yönetmekte olan tarikatların, cemaatlerin, der­gâhların gericilik yuvası karanlık odalarında var olma hakkımız dahi olmadığı beyan ediliyor. Bu yüz­den militan materyalizm, bugünün Türkiyesi’nde her zaman olduğun­dan daha fazla güncel ve bizim açı­mızdan yaşamsaldır. Turan Dur- sun’un, Aziz Nesin’in sergilediği onurlu mücadele, militan materya­lizmin ne denli etkili olabileceğinin de göstergesidir. Örnek almamız, izinden gitmemiz gereken onlardır.

Yazar: Alev Alaca