Türkiye, AKP’nin iktidarda olduğu son 11 yıl boyunca, tarihinde hiç görmediği gerici uygulamalarla tanıştı. Kuşkusuz, tarikatlarda, tekkelerde, şeyh dergâhlarında ve kara cehaletin yuvalandığı her yerde üreyen İslamcı gericilik her zaman Türkiye’de egemen düzenin bir parçasıydı. Ancak ilk defa İslam, laiklik prensibini bu derece parça parça edercesine devletin tamamına çöreklenmiş, toplumsal yaşantının her alanını kendi karanlığına boğmaya çalışır bir hale gelmişti.
İrili ufaklı pek çok skandal yaşadık bu dönemde. Gün geldi başbakanın ağzından “biz dindar gençlik yetiştireceğiz, siz çocuklarınızın tinerci mi, ateist mi, büyüklerine isyankâr mı olmasını istiyorsunuz?” sorusuyla karşı karşıya kaldık; gün geldi AKP Zonguldak Milletvekili
Özcan Ulupınar’ın “ateistten kimseye fayda gelmez” sözünde olduğu gibi, cehalet kadar saldırganlık dolu, ateistleri makbul olmayan vatandaş, hatta “katli vacip” ilan eden söylemlere maruz kaldık. Ne var ki gerici karanlığın ülkeye verdiği en büyük zarar 4+4+4 eğitim sisteminin yasalaşması, tüm eğitim sisteminin dinselleştirilmesi oldu. Bu konuda da en kritik açıklama gerici partinin Malatya Milletvekili Mustafa Şahinden gelmişti: “Siz bu eğitim sistemini getirirseniz imam hatipler yine parlayacak diyorlar. Parlarsa kim zarar görür? Bu ülkedeki ateistler, marksistler. Din ve devlet düşmanları. Millet düşmanları zarar görecek.”
Önemli olduğu ve yazının ilerleyen kısımlarında değineceğim için uzun uzun alıntılama gereği duydum; zira ben bu yazıda Şahin’in tanımladığı iki düşman olan ateistler ve marksistler arasındaki mesafenin Şahin’in zannettiği kadar yakın olmadığını ve fakat onun gibi gericilerin korkularını gerçeğe dönüştürecek kadar yakınlaştırılması gerektiğini savunacağım. Bunun için de hem bir kavram, hem de tarihsel bir deneyim olan militan materyalizmi ele alacağım.
Ateistler Ne Yapmalı?
Yazıya bu çok kritik soruyla başlayalım. Bugünün Türkiye- si’nde ateistlerin amaçları ne olmalıdır? Bu konuda, hayatım boyunca islamla didişmiş bir ateist olarak vereceğim yanıt basittir: Gericiliği, son on bir yılda ele geçirdiği toplumsal mevzilerden söküp atmalıyız. Bunun için de örgütlü olmaya ihtiyacımız var. Tecrübemiz bize köşemizde oturup tek başına mutsuzluğumuzu beyan ederek, islamın şu veya bu hurafesini didikleyerek, sadece kendi elimizin kolumuzun değdiği insanlara ateizmi anlatarak bir yere varamadığımızı öğretmiş olmalı. Karşımızda, kendisi modern toplumsal yaşantıya aykırı olsa da o yaşantının en önemli örgütü olan devleti ele geçirmiş ve bize sivil değil, basbayağı resmi yollardan saldıran bir “kara gericilik” var. Bununla bol bol dalga geçebilir ya da facebo- ok sayfalarımızdan bilimsel aydınlanmanın ışığını yaygınlaştırmaya çalışabiliriz, ama faaliyetlerimizin ateist bireyler olarak yaşantımızda, özgürlüklerimizde kalıcı iyileşmeler yaratmasını istiyorsak;
- sadece kendimiz değil tüm ateistleri kapsayacak sonuçlar elde etmeli,
- elde ettiğimiz sonuçların bekçisi ve takipçisi olmalıyız. Bu, bireysel yapılabilecek bir iş değildir.
Ateistlerin Türkiye’de acilen resmi ve kurumsal olarak temsil edilmeye ihtiyacı vardır. Bu kurum, ateistlerin bir vatandaş olarak hak ve özgürlüklerini gözetmeli, bunların doğrudan ya da dolaylı olarak ihlal edildiği durumlarda hukuksal adımlar atmalı, ayrıca sürekli olarak islamcı gericiliğe karşı ideolojik mücadele vermelidir.
Ama her şeyden önce samimi olalım ve ne kendimizi, ne de birbirimizi kandırmayalım. İslam, asla ve kat’a ateizmle barış içinde, aynı toplumda yan yana yaşamaz. İslam baskıcı, yayılmacı ve yok edicidir. Kendilerine aykırı her düşünceyi varlıklarını tehdit eden bir düşman olarak algılar ve bu düşünceyi taşıyan kişilere, sayıları ne kadar az olursa olsun saldırırlar. Anakronik oldukları, yani modern topluma aykırı oldukları için, bu saldırganlıkları sadece doğrudan islama karşı olan düşüncelere değil, dolaylı olarak ona zarer verecek düşüncelere de uzanır. Örneğin bir gericiye “çocuklarımıza modern, bilimsel eğitim vermeliyiz” derseniz size “çocuğumu Allah’sız mı yapmak istiyorsun” diye hırlar. Kadın erkek eşitliğinden bahsederseniz, “kızımı fahişe mi yapacaksın” diye saldırır.
Özetle ateistler, inançsızlıklarını saklayarak ve dışa açık yaşantılarında, kendilerine karşı alabildiğine saygısız ve saldırgan olan islamın, sınırları ısrarla net çizilmeyen “değerlerine” saygı göstererek yaşamak zorunda kalmak istemiyorlarsa; islamcı gericiliğin dişinin tırnağının sökülmesini, öncelikle de bugün çöreklendiği toplumsal mevziler- den sökülüp atılmasını sağlamalıdır. Bunun için ise ateistlerin sadece kendilerinin örgütlü olması da yetmez; islamcı gericiliğin bugün sahip olduğu toplumsal güçten rahatsız olan diğer toplumsal örgütlülüklerle ittifak içerisinde hareket etmesi, hatta onlara İslam karşısın daki tutumlarında öncülük etmesi gereklidir.
Dediğim gibi, ne kendimizi, ne de birbirimizi kandırmayalım. Bunları söylediğimizde burnumuza sınırları belirsiz bir “inanç özgürlüğü” dayayacak olanlara “hadi ordan!” demeye hazır olalım. Her özgürlük, ancak sınırları tanımlandığı müddetçe meşrudur. Bugün islamcı gerici güruhun ele geçirdiği inanç özgürlüğü ramazanda sokakta yemek yiyene saldırma, başı açık kadına tecavüz etme, ufacık çocuğa zorla din dayatma, ateistlere hakaret etme özgürlüğüdür.
Bu özgürlük bizim esaretimizdir.
Eğer onların istediği gibi bu ülkeden defolup gitmeyeceksek, hayatımız boyunca Nazi Almanyası’nda- ki Yahudiler gibi gizli saklı, her an yok edilme tehlikesinde yaşamayı kabullenmeyeceksek; örgütleneceğiz ve islamcı gericilikle sadece sahip olduklarımızı savunmak için değil, kaybettiklerimizi de geri almak için mücadele edeceğiz.
Militan Materyalizm
Militan materyalizm kavramı ilk olarak 20. yüzyılın başlarında kullanılmış olsa da içeriği daha eskiye dayanıyor ve özetle materyalist düşüncenin dinsel dogmayı doğrudan hedef tahtasına koyan aydınlanma mücadelesini anlatıyor. Bu mücadelenin o dönemde başlıca dayanak noktası bilimde yaşanan ve hristiyanlığın dogmalarını sarsan gelişmelerdi. Öyle ki örneğin Rus materyalistleri ellerinde teleskop, köy köy gezip, cahil köylülere “bak gökte Allah yok, ay var, gezegenler var.” diye aydınlanma mücadelesi yürütüyorlardı. Bu mücadele, bugün ne kadar sığ görünürse görünsün başarıya ulaştı ve Avrupa’yı dünyanın dinsel dogmalardan en arınmış coğrafyası haline getirdi.
Bu mücadele Osmanlı’ya hiç uzanmadı. Öyle ki gökte Allah değil gök cisimlerinin olduğunu köylülere anlatmak şöyle dursun, yalnızca gözlemlemeye çalışan müneccim- başı Takiyüddin’in rasathanesi, meleklerin bacaklarını dikizlediği ve böylelikle depreme sebep olduğu gerekçesiyle padişah 3. Murat tarafından topa tutturularak yıkılmıştı. Cumhuriyet’in kurulduğu yıllarda Osmanlı’dan devralınan cehalet biraz olsun aydınlatılmaya çalışıldı, bilhassa 1930’larda eğitim müfredatında dinin karşısına bilimsel aydınlanma yerleştirildi ama bu da kısa sürdü. II. Dünya Savaşı’nın sonundan itibaren Türkiye’de devletin birinci önceliği komünizmle
mücadele oldu ve bunun için din, bilimden çok daha faydalıydı. Öyle ki Sovyetler Birliği uzaya ilk çıkan ülke olduğunda paniğe kapılan ve tüm eğitim müfredatını bilimselliği öne çıkartacak biçimde yenileyen ABD’nin aksine Türkiye, 1950’ler- den itibaren hep daha dinsel bir eğitime yöneldi. 12 Eylül darbesinin ideolojisi “Türk-İslam sentezi” oldu. Ardından Turan Dursun, Uğur Mumcu gibi aydınların katledildiği, Sivas’ta gerici bir güruh tarafından 35 kişinin canlı canlı yakıldığı karanlık yıllar geldi. Yani son on bir yılda iyice derinleşmiş olan gerici karanlık, AKP iktidarıyla birlikte başlamadı; bu topraklarda kökleri çok derine giden bir geçmişe sahip.
Biz ateistler eğer Türkiye’de hak ve özgürlüklerine saygı gösterilen vatandaşlar olarak yaşayabilmek istiyorsak, bu topraklarda aydınlanmanın ilerlemesi için mücadele etmemiz ve bunu yaparken islamı doğrudan doğruya hedef tahtasına yerleştirmemiz gerekiyor. Ne var ki bugün, sadece isla- mın bilimle çelişen yönlerini öne çıkartarak bir sorgulama yaratmamız ve gericiliğin toplumsal dayanaklarını zayıflatmamız mümkün değil. İslamcılar dinlerinin pek çok unsurunun bilimle çeliştiğinin farkındalar ve bunu umursamıyorlar. Diğer yandan, Turan Dursun’un öncülük ettiği, Kur’an ve hadislerdeki gerici unsurların ortaya dökülmesi de kuşkusuz önemli, ama yeterli değil. Gerici düşünceyle, salt onun kendisini zemin alarak ve güncelden kopuk bir mücadele veremezsiniz. Türkiye’li hemen her ateist hayatının bir noktasında Ayşe’nin yaşı konulu bir polemiğe girmiştir veya “orada kastedilen doğum değil ergenlik sonrası yaş” ya da “o zamanın şartları gereği, peygamberimiz onunla korumak için evlendi” saçmalıklarına maruz kalmıştır.
Bu saçmalıklardan kurtulmanın tek yolu, tartışmayı güncel ve gerçek olana çekmektir. Bu ülkede her gün kadınlar öldürülüyor; çocuklara tecavüz ediliyor ve “rızası vardı” deniyor; devlette yolsuzluk, görevi kötüye kullanma, sıradan vatandaşı aşağılama istisna değil kural haline gelmiş durumda ve bunların hepsini müslümanlar yapıyor. 13 yaşında, yaşının iki katı sayıda erkeğin tecavüzüne uğrayan N.Ç.’ye bunun yapılabilmesi ile islamcılığın bu ülkede bu denli güçlenmiş olması arasında sıkı bir bağ var. Muhafazakârlık ahlaksızlığı, teca- vüzcülüğü, pedofiliyi azaltmıyor, aksine yaygınlaştırıyor ve dokunulmaz hale getiriyor. Eskiden “dini ve milli değerlerimi incitti” diye adam öldürüp ceza indirimi alanlar, şimdi serbestçe kadın çocuk demeden ırza geçiyor, rüşvetle semiriyor ve sadece islamcı gerici iktidara yanaştıkları için dokunulmazlık kazanıyorlar. Ateistin ahlaksız olduğunu iddia edenler, ateistlerin binde biri kadar dahi ahlaklı davranmıyorlar.
Hedefe konulması gereken bu- dur. Türkiye’de önce devletin, ardından tüm toplumsal yaşantının islamcılaşması (mahalle baskısı artık hafif kalıyor), ülkeyi ve toplumsal dokuyu çürütüyor; sünni müslüman olmayan herkesin hak ve özgürlüklerini yok ediyor. Ateistler, kendi cephelerinden ancak herkes için bu gericileşmeye karşı bir bayrak yükseltmeli, insanlığın evrensel kazanımı olan aydınlanma değerlerini, başta da laikliği militanca savunmalıdır.
Kim İle Birlikte
Yukarıda bu mücadelenin sadece ateistler tarafından yürü- tülemeyeceğini söylemiştik. Diğer yandan, ateistlerin bağımsız bir hat kurgulayamamaları daima onların ileri taleplerinin bir takım siyasi hesaplarda göz ardı edilmelerine sebep oluyor. Bu yüzden ateistler kendi bağımsız örgütlerini kurmalı ve islamcı gericiliğe karşı mücadelede ortaklaşabilecekleri başka örgütlerle ittifaklar geliştirmeli. Ancak bundan daha önemli bir şey var: Ateistler, islamcı gericilik karşısında ödün vermeyecekleri radikal bir duruş ile, ittifak kuracakları diğer örgütlere de öncülük etmeliler.
Türkiye’de ateistlerin potansiyel olarak ittifak yapabileceği iki toplumsal hareket olduğunu düşünüyorum. Bunlar alevi dernekleri ve sol örgütlerdir. Ben bu yazıda, bana verilen sayfa sınırını aşmamak için yalnızca ikincisini ele alacağım ve ilkini değerlendirmeyi başka bir yazıya bırakacağım.
Teorik olarak ele alındığında her marksist ateist olmak zorundadır; ama iş pratiğe geldiğinde ülkemizin sosyalistleri ya islamın orasında burasında sosyalizme uygun bir şeyler bulmaya ya da “halkın değerleriyle çelişmemek”ten bahsetmeye başlarlar. Birincinin güncel örneği Türkiye’nin pek çok marksistinin, Antikapitalist Müslümanlar’ın Gezi Direnişi ve ramazanın çakışması vesilesiyle kurdukları “yeryüzü sofralarına” doluşmak için birbiriyle yarışmış olmasıdır. İkincisi ise, islamcı gericilerin “islamın değerle- ri”ne atfettikleri dokunulmazlığın uşakça bir yankısı ve bir özgüven eksikliği göstergesidir.
Ateist hareket bir yandan bünyesinde kaçınılmaz olarak önemli sayıda, bazıları çeşitli sol örgütlere mensup marksist barındıracak, diğer yandan da bağımsız bir mücadele hattı oluşturduktan sonra çeşitli başlıklarda bu örgütlerle ittifak kuracaktır. Ateist hareket tüm bu süreçte Türkiye solunun din karşısındaki titrekliğini tekrarlamamalı;
aksine onlara islamcı gericilik karşısında nasıl sağlam durulabileceği- ni göstermelidir.
Son 11 yılın ardından biz ateistlerin kaybedecek hiçbir özgürlüğü kalmadı. Gelinen noktada açık açık olmasa da, ülkeyi yönetmekte olan tarikatların, cemaatlerin, dergâhların gericilik yuvası karanlık odalarında var olma hakkımız dahi olmadığı beyan ediliyor. Bu yüzden militan materyalizm, bugünün Türkiyesi’nde her zaman olduğundan daha fazla güncel ve bizim açımızdan yaşamsaldır. Turan Dur- sun’un, Aziz Nesin’in sergilediği onurlu mücadele, militan materyalizmin ne denli etkili olabileceğinin de göstergesidir. Örnek almamız, izinden gitmemiz gereken onlardır.