Düalizm eleştirilmeden de fizikalist olunabilir yahut düalizm eleştirmemek fizikalizmin bir eksiği değildir. Buna rağmen bu yazı düalist bakış açısına sahip olan insanların görüşlerinin eksiklerini fark etmelerini sağlaması açısından yararlı sayılabilir.
1- Giriş
Önceki sayıda bilincin ve deneyimlerin fizikalist bakış açısıyla nasıl tanımlanabilip açıklanabileceğini açıklamaya çalışmıştım. Bununla beraber düalizm gözünden bu görüşler saçma gözükebilir yahut düalizmin neden yanlış olduğunu göstermediğinden eksik görülebilir. Her ne kadar bir fizikalist böyle bir yükümlülüğe sahip olmasa bile bunu gerçekleştirmek fizikalizmi güçlendirecektir. Elbette düalizm eleştirilmeden de fizikalist olunabilir yahut düalizm eleştirmemek fizikalizmin bir eksiği değildir. Buna rağmen bu yazı düalist bakış açısına sahip olan insanların görüşlerinin eksiklerini fark etmelerini sağlaması açısından yararlı sayılabilir.
2- Eleştiriler
Öncelikle basit sorunlarından söz edip ardından düalizmin temel probleminden bahsetmek istiyorum. Eğer tutarlı bir ontolojik duruş oluşturulmak isteniyorsa, öncelikle düalist görüşle evrimin nasıl bağdaştığı gösterilmelidir. Evrim süreci, sürekli bir soy devamını ve değişimini gözler önüne sermiştir. O halde insanlar, bilinci olmayan canlılardan türemiştir. Eğer bilinç, ruh denilen tözün ürünüyse, düalistler evrimsel süreçle zihinsel tözü bağdaştırmak zorunda kalacaktırlar. Zira hayvanlar ruha sahip değilse, bir sonraki nesil nefse sahip insanlarken şimdiki neslin insan olmadığını düşünmek makul durmamaktadır. Elbette “ilk insan ruha sahipti” cevabı kabul edilebilir değildir zira evrimsel süreç söz konusu olduğunda ilk insan diye bir şey yoktur. Evrim bireyler üzerinde değil popülasyonlar üzerinde gerçekleşir. Sizin gelişim sürecinizde “10 dakika önce çocuktum şu an ergenim” diyebileceğiniz bir keskin sınır olmadığı gibi, evrimsel süreçte de türler arası geçişte keskin bir sınır bulunmuyor. Tıpkı “ilk yetişkin olunan an” gibi belirli bir zaman diliminden söz edilemeyeceği gibi, evrimsel süreçteki küçük değişimler göz önüne alındığında da ilk insandan söz edemeyiz. Sonuç olarak asıl problem, zaten ilk insanın varolmayışının düalizmle çatışmasından kaynaklanıyor. Kaldı ki düalistin vereceği “ben evrime inanmıyorum” cevabı geçersizdir. Zira bir kişi yer çekimine inanmasa bile bu durum o kişinin uçacağı anlamına gelmez. Sonuç olarak Evrim-Bilinç ilişkisini en iyi açıklayan görüş, bilincin fiziksel kökene dayandığını savunan fizikalist monizmdir.
Düalizme ilişkin bir diğer problem, zaman felsefesinden geliyor. Kelam kozmolojik argümanda sözünü ettiğim zaman teorilerini hatırlayın; Zamanın A Teorisi’ne göre zaman, olayların gerçekleştiği arka planken; Zamanın B Teorisi’ne göre zaman, uzayın boyutları gibi bir boyuttu. Zamanın bir boyut olması ise, onun uzaydan bağımsız düşünülemeyeceği anlamına geliyordu. Tam bu noktada bilincin zamansal yönüne vurgu yapan eleştiri, şu şekilde savunulagelmiştir:
c.1- Zihin fiziksel bir şey değildir. Dolayısıyla uzayda yer kaplamaz. (Düalizm Öncülü)
c.2- Zihin zaman içinde işler.
c.3- Özel Görelilik Kuramı’na göre uzay ve zaman aslında ayrı şeyler değildir. Uzay-Zaman denen tek bir oluşumun farklı görünümleridir.
c.4- c.3’ten, zamanda bulunan bir şeyin uzayda da bulunması gerektiği çıkar. Çünkü uzay ve zaman arasında sahici bir ayrım yoktur.
c.5- c.4’ten dolayı c.1 ve c.2 aynı anda doğru olamaz.
c.6- Zihnin fiziksel olmadığı doğru değildir.
Bu argüman karşısında bir düalistin, Zamanın A Teorisi’ni savunması gerektiği sonucuna ulaşıyoruz. Özel Görelilik Kuramı’ndan ve bu kuramın Zamanın B Teorisi’ne destek veren yorumlarından yola çıkan bu argüman, düalizme karşı yıkıcı bir etki yapmıyor olsa da, hiç değilse fizikalizmin daha rasyonel bir görüş olduğunu gösteriyor. Zira düalizmi kurtarmak için düalistler, özel göreliliğe dair verilerin (zaman bükülmesi gibi) Zamanın A Teorisi’ne uyarlamasını yapıp düalizmi savunabilirler. Buna rağmen bu argüman yararlıdır çünkü, yıkıcı etki sağlamıyor olsa bile, hiç değilse fizikalizmin rasyonalitesinin arttırılabileceğini gösteriyor.
Bu yardımcı eleştirileri bir kenara bırakırsak, düalizmin temel probleminden söz etme vakti geldi. Zira fiziksel durumların zihinsel aktiviteleri etkilemesi düalizm açısından ciddi bir sorundur. Düalizm söz konusu olduğunda fizik bilimlerinin genel manzarası ile beden-zihin ilişkisi açıklanamaz. Bu durum “cevher” kavramından çıkan zorunlu bir sonucu ifade ediyor. Zira cevher, bir varlığın kendi kendini teşkil eden özünü ifade eder. Eğer madde ile zihin iki farklı cevherse, hiçbir ortak noktası olmamalıdır. Eğer bu ikisinin hiçbir ortak noktası yoksa onların hiçbir şekilde etkileşim halinde olmamaları gerekir çünkü etkileşim için en azından bir ortak nokta bulunmalıdır. Fiziksel töz söz konusu olduğunda, fiziksel sebepler fiziksel olaylara yol açar, fiziksel olayların temelinde ancak fiziksel süreçler bulunabilir. Bu durumda maddenin zihni etkilemesi düalizmle açıklanamaz. Buna rağmen fizikalizme bakıldığı zaman evrenin monal bir yapıda olduğunu söylediği için ve zihnin de maddenin de en az bir ortak yönü olduğunu savunduğundan dolayı, zihin-beden etkileşimi herhangi bir problem oluşturmamaktadır.
Fiziksel durumların zihinsel aktiviteleri etkilemesi düalizm açısından ciddi bir sorundur. Düalizm söz konusu olduğunda fizik bilimlerinin genel manzarası ile beden-zihin ilişkisi açıklanamaz. Bu durum “cevher” kavramından çıkan zorunlu bir sonucu ifade ediyor. Zira cevher, bir varlığın kendi kendini teşkil eden özünü ifade eder. Eğer madde ile zihin iki farklı cevherse, onların hiçbir ortak noktası olmamalıdır. Eğer bu ikisinin hiçbir ortak noktası yoksa, hiçbir şekilde etkileşim halinde olmamaları gerekir çünkü etkileşim için en azından bir ortak nokta bulunmalıdır.
Bunlarla birlikte diyebiliriz ki; zihnin bedenden etkilendiği son derece açık gözlemlere dayanır. Örneğin Phineas Gage Vakası bize, beyin-davranış ilişkisine dair çok önemli bir veri sağlamıştır. Phineas Gage Vakası, “merakımızı tüm öteki vakalardan daha çok kamçılayan, öngörülerimizi sarsan, hatta fizyolojik kabullerimizi tamamen yıkan bir vaka” olarak değerlendirilmiştir. 13 Eylül 1848 tarihinde gerçekleşen demiryolu kazasında bir “demir boru Phineas Gage’in yüzünün yanından girip, (…) sol gözünün arkasından geçti ve kafasının üzerinden çıktı.” Beyninin sol ön lobu neredeyse tamamen parçalanmış olmasına rağmen Gage birkaç dakika sonra ayağa kalktı ve konuşmayı başarabildi. Herhangi bir sakatlık yaşamadan kurtulmuş olsa bile “o eski düşünceli, çalışkan hali gitmiş yerine düzensiz, saygısız, kaprisli biri gelmişti.” Zira gerçekleşen hasar sosyal davranışların düzenlenmesinde önemli rol oynayan beyin bölgesinde gerçekleşmişti. Görüldüğü gibi beyin hasar gördüğü vakit, kişinin davranışlarında, eğilimlerinde ve doğal olarak ruh hallerinde değişim yaşanmıştır.
Bir başka ilgi çekici vaka ise yarık beyin vakası olarak biliniyor. Bilinçle ilgili akıl yürütmelerimizde sezgilerimize çok fazla güvendiğimize oysa nörokimyasal vakalarla bu sezgilerin yanlış olduğunun gösterilebileceğine dair vurgu yapmıştım. Örneğin bir zihnin iki farklı zihne bölünemeyeceğine dair genel sezgimizin hatalı olduğunu göstermekte yarık beyin vakası işe yarayacaktır. Sağ beyni sol beyne bağlayan bir sinir köprüsüne “Korpus Kallozum” adı veriliyor ve ileri derecede epilepsi hastası olan kişilerde bu sinir köprüsü ameliyatla çıkarılıyor. Sağ beyinle sol beyin arasındaki bağlantı kesilince sol ve sağ beyin birbirlerinden bağımsız olarak çalışıyorlar. Kaliforniya Üniversitesi’nden V. S. Ramachandran, yarık beyin vakasını şu şekilde anlatıyor:
“Şimdiye dek ayrık beyin insanlarda pek çok araştırma yapıldı. Ama ben kendime şöyle basit bir soru sordum: ‘Tamam, burada iki insan yarattık; peki bunların kişilikleri nasıl? Kişilikleri aynı mı? Kişisel tercihleri nasıl? Biri esmerlerden diğeri sarışınlardan mı hoşlanıyor? Biri çikolata severken diğeri vanilya mı seviyor?’ Burada ne oluyor merak ettik ve araştırmasını yaptık. İlk önce bizimle iletişim kurmasını sağlamak için sağ beyni eğitmemiz lazımdı. Sağ beyin basit kelimeleri, cümleleri ve komutları okuyabiliyor ve anlayabiliyor. Sağ beyine bir soru sorduk ve üç kutucuktan birine parmağı ile işaret etmesini istedik: Evet, hayır, bilmiyorum. (…) Örnek olarak sağ beyine Caltech Üniversitesi’nde olup olmadığını sorduk. Parmağı ile ‘Evet’ kutusunu işaretledi. ‘Ayda mısın?’ diye sorduk ve ‘Hayır’ kutucuğunu işaretledi. (…) Hasta erkekti, ama ‘Kadın mısın?’ diye sorduk, ‘Evet’e işaret etti ve sonra kıkırdadı ve güldü. Sağ beynin espri anlayışı var. Şimdi sıra büyük soruya geldi: ‘Tanrı’ya inanıyor musun?’. Ben de ‘Tanrı’ya inanıyor musun?’ diye sordum. Sağ beyin hemen ‘Evet’e işaret etti. Aynı soruyu sol beyine sorduk (…) o da ‘Hayır’ı işaretledi. Yani şimdi bu insanın sol beyni ateist, sağ beyni ise Tanrı’ya inanıyor.”
Görüldüğü gibi, sezgilerimizin aksine bir insanda sinir köprüsünün kesilmesiyle beraber iki farklı bilinç oluşabilmektedir. Kısaca bilinç, fiziksel olaylardan doğrudan etkilenebilmektedir. Bir başka örnek ise fronto-temporal bunama hastalığından verilebilir. Beynin frontal lobuyla temporal lobunun tahrip olması fronto-temporal bunama hastalığına yol açmaktadır. Bu hastalığa mensup kişiler, sosyal kuralları çiğnemekten çekinmeyecek hale geliyor, insanların gözünün içine baka baka hırsızlık yapabiliyor, sokak ortasında çırılçıplak dolaşabiliyorlar. Burada da beyinden kaynaklanan olayların zihinsel yetileri değiştirdiğine rastlayabiliyoruz. Bunlarla beraber alkol tüketince sarhoş olup bilincimizi kaybedebiliyor, yaşlanınca bunayıp ne yaptığımızı bilmez hale gelebiliyoruz. Tüm bu vakalar ve örnekler, nörolojinin verileri bunlarla sınırlı olmasa bile, düalizme karşı kullanılabilir. Tüm bu noktaları birleştirdiğimizde zihnin fiziksel olaylardan bizzat etkilendiğini görebiliyoruz. Bu etkileşim ise fizikalizmle uyuşurken düalizmle uyuşmamaktadır.
3- Sonuç
Bu yazıda bilincin ve içsel deneyimlerin fizikalizmle açıklanamayacağını ve bilincin maddeye, fiziksel süreçlere indirgenemeyeceğini iddia edip bunların ancak fizikötesi bir cevherden kaynaklanabileceğini söyleyen düalizmin yetersiz bir ontolojik duruş olduğunu göstermeye çalıştım. Bunu da düalizmin zaman felsefesiyle çelişkilerine, evrimsel açıdan bakıldığında anlamsız durduğuna ve nörolojik verilerin darbelerine maruz kalmış olmasına dayandırdım. Buna rağmen fizikalizmin eleştirilerine dayanarak "septik/bilinmezci" olmayı tercih eden insanlar olabilir. Peki ya bu konuda ne demeliyiz? Fizikalizme dair temel eleştiriler neler? Bu eleştiriler ne derece geçerli? Bu konuya dair yazımı bir sonraki sayıda bulabilirsiniz. O zamana kadar: Esen kalın.