Yokluğa Kanıt İsteyen Zihniyet ve Mücahit Ateistler

Yokluğa Kanıt İsteyen Zihniyet ve Mücahit Ateistler

01/02/2014

Son zamanların yeni modası, “yokluğunu kanıtla bana”...

Cümleyi dil mantığı açısından incelersek; gayet mantıklı, oturaklı ve hatta çok derin felsefi bir tartışmanın temellerini oluşturacak bir cümle (gibi geliyor).

Öyle ya; Tanrı’nın varlığına kanıt bekleyen ateistler madem ki kanıt hastası kişiler, kendi kanıtlarını da sunmalılar ki bir tutarlılıkları olsun. Tabii her zamanki o muhteşem son; “Hadi ateistler bunu da.”

Teist düşünce yapısı genelde sorgulama, araştırma, inceleme gibi konularda idmansız olduğundan olsa gerek; kullandıkları argümanlar, ateist düşünce yapısının argümanlarının kontrası şeklinde oluyor. Burada bile bir kolaycılık göze çarpıyor aslında ilk bakışta. Bu kolaycılığa çok takılmayacağım zira bu bizim için artık yemek, içmek gibi kanıksadığımız bir olaya dönüştü; bu durumla karşılaşmazsak yaşayamayacak hale geldik. Teist yapının id-mansızlığı sadece bu kontra soruları doğurmuyor elbette; bu sorular aynı zamanda üzerinde çok da düşünülmemiş, gelecek yanıtlara karşı nasıl bir savunma yapılacağı belirlenmemiş sorular.

Öncelikle ateistlerin nasıl bu yola girdiklerine bakmak gerek. Bilinen tüm ateist olma öyküleri (gerçek öykülerden bahsediyorum) şu şekildedir;

1-) Teist bir toplumda dünyaya gelirsiniz ama çok şanslısınız ki henüz bir bebeksiniz ve ilk saatlerde, ebeveynlerinizin de mutlu ve şaşkın bakışları arasında, içine düşmek zorunda kaldığınız gezegenin belli bir bölümünü tanımanıza izin verilir.

Eğer bizim toplumumuzda birinci aşamadaysanız verilen izin o kadar da uzun sürmez. Aile büyüğü tarafından, size takılan sıfat, garip kelimeler eşliğinde kulağınıza fısıldanır. Siz hiç anlamasanız da bunun ilk egemenleriniz için bir değeri yoktur, çünkü onlar için “öğretme” başlamıştır, sizi çağırmak için seçtikleri sıfatı bilinçsizliğinize kazırken. Diğer toplumlarda da buna benzer ri tüeller eşliğinde “öğretme” dersleri başlar. Yani herkes tanrı kavramından bihaber doğup, bu doğumu takip eden günlerde tanrı kavramının öğretilerine maruz kalır.

2-) İlk öğretileri başarılı bir şekilde geçmiş, topluma senkron bir birey olarak kurgulanmışsınızdır. İnsan bilinci 6-7 yaş zamanlarında bilin çaltından koparak hareketlenmeye başlar ve öğretileri deneyerek kazanmak yerine anlayarak kazanmaya çalışır (bunu bir öğretmen arkadaşımla yaptığım “eğitim yaşı” konulu bir konuşmada duymuştum, kesin bir bilgi değil ama mantıklı). Bu yaşlarda, çok az da olsa, kafanızda sorular oluşur, onlara yanıtlar bulmaya çalışırsınız ama unutulmaması gereken nokta şudur ki henüz sorgulama, inceleme konularında bir tecrübeniz yoktur (buna benzer bir düşünce yapısı tanıyorum sanırım) ve hala verdiğiniz yanıtlar tatmin edici olmaktan uzaktır.

3-) Gerekli zihin olgunluğuna eriştiğinizde sorularınızın katlanarak arttığının farkına varırsınız ve burada önünüzde iki bariz seçenek belirir;

a) İlk olarak bu soruların üstüne gidip yanıtlar vermeye ya da daha önce verilmiş yanıtları bulmaya çalışırsınız ki bu sizin; öğretilmiş bilinçten sorgulayan bilince, yani ateizme attığınız ilk adımdır. Bundan sonrası için dönüşünüz pek de mümkün değildir ki bir defa yanıt aldığınızda veya bulduğunuzda, sorularınızın kendi içlerinde de yeni sorular doğurduğunu göreceksiniz, hayatınızda şu ana kadar hiçbir şeyden almadığınız keyfi alacaksınız ve kendinizi hiç olmadığınız kadar güvende hissedeceksiniz. Artık varlığınız anlam kazanacak ve programlanmış bir makine olmaktan çıkıp bir birey olduğunuzun farkına varmanız sizi sosyal hayatta da karşınıza çıkabilecek sorularda yanıt bulmaya hatta vermeye vakıf bir kişi yapacaktır.

b)İkinci seçeneğiniz çok daha basit. Hiçbir şey yapmanıza gerek yoktur ki insan beyni kısa yolları ve basitleri seçmekte çok iyi bir mekanizmadır. Sorularınıza karşılık bir yanıt vermek veya bulmak yerine sizin için yüzlerce yıl önceden hazırlanmış yanıtlara “mutlak gerçek” yaklaşımında bulunmanız her türlü soruyu sizin adınıza bertaraf edecek yardımcınız olacaktır. Bu seçenekte de kazanımlarınız yok değildir. Öncelikli kazanımınız toplum içinde uyumlu biri olarak görülüp, göstermelik bir itibar sahibi olacaksınız. Hiçbir şekilde dışlanmayıp çeşitli sıfatlarla egonuza ikmalde bulunulacak ve siz de bu egoyla ömrünüzün sonuna kadar yetkin bir kişi olduğunuzu düşünerek mutlu bir biçimde hayatınızı sürdürecekseniz. En önemlisi ise sorgulamaya, incelemeye ve yanıt bulmaya ayıracağınız o değerli zamanınızı ibadet ve dinlenme etkinliklerinde kullanmak için kazanmış olacaksınız.

4-) Alt başlığımız ateist bir bireyin bu yola nasıl girdiği olduğundan bu noktada olmanız için 3. maddenin alt maddelerinden a olanı seçenlerden olmalısınız. Bu noktada artık bir ateistsiniz; yapılacak çok iş, sorgulanacak çok dogma, binlerce soru, okunacak yüzlerce kaynak ve kısıtlı zaman var. Belki de hata yaptınız ama daha önce de belirttiğim gibi artık geri dönüşünüz yok çünkü kazanımlarınızın, harcadığınız zamanın ve tükettiğiniz enerjinin karşılığını fazlasıyla verdiğinin bilincindesiniz. Bu bilinç sizin (isteseniz de) geri dönüşünüzün önündeki en büyük engel olacak.

Bir bireyin ateist olma öyküsünü kısa da olsa da anlattım; bunu anlatırken teist olmanın dayanılmaz hafifliğine de kısaca değindim.

Şimdi ise sırada ateist ve teist düşünce yapısının birbirine üstünlük kurma veya birbiriyle tartışma noktasındayız. Ateist bireyler bulundukları teist toplum yasaları gereği dışlanmış, yok sayılmıştır. Bulundukları toplumların çağdaşlık seviyelerine göre bu yok sayılma ve dışlanmanın şiddeti değişir fakat varlıkları bakidir. Bu sosyolojik yapı içerisinde ateist bireylerin davranış biçimleri üç evrede anlaşılabilir; önceleri “kendine ateist” dediğimiz içe kapanma, ardından kendi kimliğiyle toplum içinde yer edinme, son olarak da düşüncelerini toplum üzerinde etkili hale getirmek için bazı yollara başvurmak ki buna karşıt tarafın dilinden bir ifadeyle “mücahit ateist” diyorum ben. Mücahit ateistler bulundukları her ortamda kendi fikirlerini savunur ve karşıt fikrin mantığını çeşitli deliller ile çürütmeye çalışır.

(Bu noktada bir şey belirtmek isterim ki Ateizm kesinle Teizm’in karşıtı değildir. Aksine tarihi olarak baktığımızda teist felsefenin Ate izm’e karşı olarak çıktığını görürüz. Düşünen insanlık tarihinin evveliyatını tam olarak bilemesek de teist felsefelerin ilklerinin tarihini az çok bilmekteyiz ve buradan ortaya çıkan sonuç olarak aslında teist felsefenin ateist felsefeye karşıt olarak çıktığını çok rahat anlayabiliriz.)

Çeşitli ortamlarda ortaya çıkan tartışmalarda yüzlerce soru görürsünüz ve bunlara verilen binlerce yanıt. Bunlar arasında en son moda olansa başlığımızı oluşturan “Tanrı yoksa kanıt göster” mantığına çıkan soru cümleleri. Benim asıl şaşırdığım nokta teistlerin bu soruyu sorması değil elbette ki kendilerinin nasıl bir gelişim sürecinden geçip de bu soruları sorduklarını yeterince açıkladık. Burada tuhaf olan “mücahit ateistler”in bu soruya da bir yanıt verme çabası. Sorun şu ki soru dediğimiz kalıplar, normal itibariyle, bir yanıt bulma amacıyla oluşturulan cümlelerdir. Oysa bu soruda göze batan ilk nokta, sorunun, “varlığını kanıtla” mantığının sorularından türemiş ve hiçbir yanıt alma amacı gütmeyen, yanıt alsa bile asla kabullenmeyecek zihinler tarafından dile getirilen, “araklama” diye tabir ettiğimiz eylemin ardından kendi sistemlerine uyarladıkları manasız bir cümle olması.

Ne felsefi. ne sosyolojik. ne hukuki. ne de mantık açısından yokluğa kanıt istemek gibi bir durum söz konusu olabilir. Yokluk bir iddia olmadığından bunu kanıtlamaya çalışmak da bu sorunun kendisi kadar mantık dışı bir hale dönüşür. Parantez içine aldığım açıklamada görüldüğü gibi teist felsefe ortaya bir tanrı olgusu ve bunun “şüphesiz” varlığı iddiasıyla çıktığında çeşitli argümanlarla bunu kanıtlamaya çalışmıştır ve buna mecburdur. Kanıt dediğiniz şey herhangi bir iddiayı doğrulamak, bu iddianın doğruluğunu belli sağlam temellere oturtmak amacı ile kullanıma sunulan bir takım argümanlardır. Daha açıklayıcı olması açısından birkaç örnekleme yaparak devam edelim.

X filozofu tanrı konusu hakkında ortaya bir varlık fikri atar (iddia eder) ve bunu belli sebeplere dayandırarak iddiasının doğruluğunu kanıtlamaya çalışır. Bu davranış sonucunda, doğru ya da yanlışlığına bakılmadan, ortaya attığı iddia üzerine bazı tartışmalar açılır ve iddiası üzerine çeşitli karşıt-yanlı iddialar sunulur. Gördüğümüz gibi ortaya fikir sunan X kişisinin fikrine itibar edilir. Sebebi ise çok basit; fikrini temellendirmek için kanıtlarla dayanak sağlaması.

Bu X kişisinin teistlerin tercih ettiği yolu seçmesi halini ele alalım.

X filozofu tanrı konusu hakkında ortaya bir varlık fikri atar (iddia eder) ve kendi fikrini kanıt olarak sunarak bunun doğruluğunu ispatlamaya çalışır. Üstüne bir de “haydi şimdi yokluğunu kanıtlayın” der. Ortaya fikir atan X kişisi sadece bir iddia sunmuştur ve bunu hiçbir kanıtla desteklemeden üstüne kendi iddiasını kanıt olarak göstererek bu fikrinin yanlışlığının kanıtlanmasını beklemektedir. Benim bildiğim kadarıyla felsefe tarihinde bu yöntemi kullanan bir filozof yoktur ki olsa bile bu yöntemi izlediği için iddiasına itibar edilip de üzerinde kar şıt-yanlı bir fikir belirtilmediğinden kendisi felsefe tarihinin çöplüğünde gezinmektedir.

İşin hukuki boyutuna bakalım.

Bir cinayet işleniyor ve ortada bir savcı, bir hâkim, bir de zanlı var. Hâkim, görevi ve hukuk kuralları gereği, önce savcının iddiasını dinleyecek, ardından zanlının bu iddialara karşı bir iddia sunarak kendini savunmasını isteyecek ve bu süreç belli kanıtlarla hâkimin ikna olup da karar vermesine kadar bu şekilde sürecek.

Savcı iddiasını ortaya atar ve zanlının bu cinayeti işlediğini hâkime ispatlamak için bazı kanıtlar ortaya koyar. Burada görmemiz gereken önemli nokta şu ki savcının sunduğu kanıtlar, iddiasını desteklemek ve ikna edici olmak zorunda. Hâkim, savcının iddiası ve bu iddiayı destekleyen kanıtların gerçekliğe yakınlık derecesine bakmaksızın, hukuk kuralları gereği zanlıya söz hakkı tanımak ve bu iddiayı çürütecek kanıtlar sunmasını istemek zorundadır.

Diğer yönteme geçelim.

Savcı, zanlının cinayeti işlediği iddiasını ortaya atar ve kanıt göstermesini isteyen hâkime “ortada ceset var” gibi dayanaksız bir kanıt sunar. Hâkim bu mantıksız kanıtı hem vicdanen hem kurallar gereği kabul edemeyeceğinden daha mantıklı kanıtlar sunulmasını ister. Savcı kanıtlarını sunmaya devam eder:

“Ortada ceset var”, “Ceset ortadadır”, “Zanlının maktulü öldürdüğünü maktulün kendisi söylüyor!”, “Maktulün mahzun mahzun bakışları ve kendisini zanlının öldürdüğünü kanıtlıyor”, “Maktulün maktul olması en büyük kanıttır”, “Maktul şüphesiz en maktul olandır” ve tabii son olarak şu noktayla savcı kendi iddiasını da çürütecek en mantıksız kanıtla gelir hâkimin karşına “zanlı maktulü öldürmediğini kanıtlasın”, henüz kendisi zanlının maktulü öldürdüğünü kanıtlayamadan...

Yeterli seviyede diline hakim bir savcı bu kanıtları sonsuza kadar çeşitlendirebilir fakat bu son kanıtı sunduğunda ne hakimin vicdanını ne de hukuk kurallarını ikna etmeye gücü yeter. Bu durumda zanlı gerçekten bu cinayeti işlemiş olsa bile savcının kanıtlarının karşında gülüp geçmesi ve kanıt olarak savcının kanıtlarının kanıt sayılamayacağı gerçeğini göstermesi suçsuzluğunu ispatlamaya yetecek ve ceza almaktan kurtaracaktır kendisini.

İşin sosyolojik boyutu ve mantıksal örneklemesini, yazının yeterince uzun olduğunu göz önüne alarak ve daha fazla uzamasını istemediğimden, geçiyorum ki sunduğum iki örnek yeterince açıklayıcı olmuştur.

Yokluğa kanıt isteyecek kadar mantık dışı kişilere cevap vermek, onların mantığı seviyesine inmek demektir; fakat biliyorum ki “mücahit ateistler” buna da cevap vermek için yanıp tutuşarak duramıyorlar ve bu tartışmanın içine giriyorlar sıklıkla. Bu sorunun başlık olarak seçildiği tartışmalarda rastladığım birkaç örnekte gerçekten de yokluğu kanıtlamaya çalışan “mücahit”ler gördüm ve açıkçası onlara bu soruyu soranlardan daha çok güldüm. Yeterince ateizm aşkıyla tutuşup, her tartışmada yer alıp, kendi düşüncenizi karşıt düşünceli kişilere kabul ettirmek için mantıksız sorulara cevap vermeniz gerekmez ama kendinize hakim olamıyorsanız da bu tür tartışmalarda söyleyebileceğiniz en etkili argümanınız şudur;

“Tanrı’nın yokluğuna tek kanıt, henüz varlığının kanıt lanamamış olmasıdır!”

https://www.facebook.com/bilinmeyenfikirler

http://bilinmeyenfikirler.tumblr.com

http://about.me/bilinmeyenfikirler

http://www.youtube.com/user/bilinmeyenfikirler

Yazar: unbekannt