Eğer hümanizmi temel prensip olarak belirleyip, bunu toplumun farklı tabanlarına ulaştırmayı başarabilirsek, bu noktada insan temel hak ve özgürlüklerinin de savunucusu olan daha büyük kitleler oluşmasına katkıda bulunmuş oluruz. Bunun, ateistlerin varlık mücadelesine yapacağı katkı çok büyük olacaktır.
Gün geçmiyor ki, gündemi derinden değiştirecek yeni olaylar olmasın... Durum bu olunca, yazacaklarımı gündeme göre biraz adapte etmem gerekiyor. Herkesin bildiği gündemler nedeniyle, bu ayki yazımda hem aslında yazmayı planladığım azınlıklara ulaşmanın önemini, hem de 15 Temmuz sürecinin ülkemizdeki ateistlerin mücadelesi üzerindeki etkilerini ve izlememiz gerektiğini düşündüğüm yolları, kendi bakış açımdan değerlendireceğim.
15 Temmuz gecesinden itibaren, medya, sosyal medya ve çeşitli iletişim kanalları üzerinden kendi tarafımda gözlemlediğim kadarıyla, iki önemli olay oldu. Birincisi dinsel düşüncenin ülkedeki refleks üzerinde ne kadar etkili olduğuna, camilerden yapılan “cihat” çağrıları altında, şahitlik ettik. İkinci ve daha önemli olarak, toplumun darbe karşıtlığı adı altında ümmetçi milliyetçi bir tabanda, tek tip bir düşünceyi savunan bir refleksle bir araya gelişini gözlemledik. Bu bir araya gelişte, darbe ve olağanüstü hal durumuna, birlikte karşı duranlara karşı da, şiddetli bir linç kampanyası başlatılmış oldu. Bu sayede dinsel bir tabanda tek tipleştirici ve azınlıkları tamamen yok sayan ve ötekileştiren bir süreç de iyice ortaya çıktı. Daha öncesinde böyle politikalar yoktu gibi anlaşılmasın; ama artık bu politikaların daha da şiddetli uygulanacağını ve tek tip olmayanların, toplumdan soyutlanması için baskıların artacağını söylemek, kötümserlik olmaktan çıktı diyebiliriz. Bundan en çok etkilenecek grupların başında şüphesiz ki, ateistler geliyor.
Gün geçtikçe tek tipleşen, tek tiplerin farklılara hüküm kurmak için güç birliği yaptığı, her farklının azınlık olduğu bugünlerde, azınlıklar arasında, görünürdeki çoğunluğu küçük olan bir grup olarak ateistler; toplumun, altında birleşebileceği en önemli değerlerden birine sahipler: Hümanizm. Her zamanki gibi tanımlarla başlamak ve konumuzu bunun üzerinden genişletmek gerektiğini düşünüyorum. Hümanizm tanımsal olarak, insanın eleştirel düşünce ve muhakeme yeteneklerinin dogma ve batıl inançların üstünde olduğunu kabul eden düşünce biçimidir. Hümanizm bugünkü formuna, fikirsel olarak Antik Çin ve Yunan’da tohumlanıp, sonrasında ise Yunancadan Arapça’ya yapılan çeviriler sayesinde, Ortaçağ İslami düşüncesinde yer bulup, Arapçadan özellikle de tekrar İtalyancaya yapılan çeviriler sayesinde Rönesans’ta ortaya çıkıp özellikle de eğitimi yeniden tanımlayarak kavuşmuştur. [1]
Hümanizmin günümüzde yaşayan iki türünden bahsetmemiz mümkün: Seküler[2] ve dinsel hümanizm. Seküler hümanizm yukarıda tanımını verdiğimiz hümanizmken, dini hümanizm dinlerin bu fikrin ne kadarını ve hangi kısımlarını aldığına bağlı olarak ciddi bir çeşitlilik gösteriyor. Söz gelimi, bizim de içinde yaşadığımız islam kültüründe hümanizm kendisini Tanrı’nın verdiği iradeyi, onu aramak için kullanmak biçiminde var etmeye çalışır, fakat bu gerçek bir hümanizme gitmeyecektir. Bir yandan Orta Çağ düşünürlerinden Mevlana, islami hümanizmin sayılı örneklerinden birini oluşturur, fakat fikirlerinin günümüzde gerçek anlamda yer bulduğunu söylemek mümkün değildir.[3] Bunun yanında teist olmayan dinler içinde yukarıda verdiğimiz tanıma daha yakın uygulamalarla karşılaşmak olası.
Kendime de hatırlatmak isterim ki, bu yazıları Türkiye özelinde yazıyorum ve bu bağlamda hümanizmin neden birleştirici bir güç olabileceğini tartışmak gerektiğini düşünüyorum. Ama ondan daha önce, konunun azınlıklarla ilişkisini netleştirmek daha doğru olacak.
Kendime de hatırlatmak isterim ki, bu yazıları Türkiye özelinde yazıyorum ve bu bağlamda hümanizmin neden birleştirici bir güç olabileceğini tartışmak gerektiğini düşünüyorum. Ama ondan daha önce, konunun azınlıklarla ilişkisini netleştirmek daha doğru olacak. Ülkemizin geleneksel olarak, Sünni İslam mensubu olmayan kitleleri, neredeyse yok sayan politikaları, geriye kalan bütün grupların kendilerini ancak azınlık olarak tanımlamasına yol açıyor. Bunun yanında LGBTİ bireylerin, dini düşünce altında kendilerini var edememeleri, etnik grupların yok sayılmaları ve baskı altına alınmaya çalışılmaları[4] gibi sorunlar da eklenince azınlıklar ile iletişimde olmanın, bu gruplarla ortak çalışma yapmanın önemi daha da belirginleşiyor. Uluslararası Hümanist ve Etik Birliği’nin (International Humanist and Ethical Union), 2013, 2014 ve 2015 yılları için yayınladığı hümanist ve ateistlerin düşünce özgürlüğü raporlarında, Türkiye incelendiği takdirde ayrımcılığın çok şiddetli olduğu ve durumun git gide kötüye gittiği görülebilir.[5]
Yine aynı raporlara göre; ülkeler beş ayrı kategoriye bölünmüştür: “Özgür ve Eşit”, “Çoğunlukla Tatmin Edici”, “Sistemik Ayrımcılık”, “Şiddetli Ayrımcılık” ve “Önemli İhlaller”. Türkiye’nin dördüncü kategoride olması ve beşinciye doğru ilerliyor olması önemli bir sonuç olabilir, fakat bunun geriye döndürülmesinin gerekliliği de ateistlerin Türkiye’deki varlığı adına tartışmasız bir gerçektir. Bir anda dördüncü kategoriden birinciye gidemeyeceğimizin bilincinde olarak, önce kamusal alandaki hak ve özgürlükler üzerinde çalışmalar yürütmemiz gerekiyor diye düşünüyorum, çünkü bu mücadele sürecinde kazanılacak her hak, yaşam alanımızın biraz daha normale dönmesi anlamına gelecektir. Fakat mücadeleyi büyük bir çoğunluğa karşı küçük bir azınlık olarak tek başına yürütmek ve kazanım elde etmek, bence hayalperest bir yaklaşımdan öteye gidemez.
Bu noktada hümanizm, iki değeri yüceltmesinden dolayı toplumdaki özellikle de azınlıklar arasındaki birleştirici gücü sağlayabilir: İnsan muhakemesi ve etik. Bu temellerde, her bireyin insan hak ve özgürlükleri çerçevesinde eşit olmasının, kişiler arasında her ne sebeple olursa olsun; ayrımcılık yapılmamasının ve bütün bunların insancıl ve barışçıl temeller üzerine kurulmasının en önemli savunucuları yine hümanistler olacaktır. Bu yüzden de bu temellerde yapılacak etkinliklere, yukarıda bahsettiğimiz ve aslında toplandığında sayıları hiç de az olmayan, ama her biri sayıca küçük olduğu için daha fazla baskıya maruz kalan, azınlık grupların katılması ve destek olması son derece muhtemeldir. Bu noktada bize düşen görev, bu gruplara hümanizmi neden savunduğumuzu ve bunun diğer azınlık gruplar için neden önemli olduğunu aktarmaktır.
Bunun azınlıklar içindeki her bir birey için faydalı olacağı, su götürmez bir gerçektir. Söz gelimi, kendisini İslamcı ve dindar bir toplumda var etmekte zorlanan bir LGBTİ birey, hümanizm altında, hem kendisine bir yaşam alanı oluşturabilecek, hem de toplumdaki yerini daha sağlıklı bir şekilde tanımlayabilecektir. Elbette ki, burada bahsettiğimiz gruplar, LGBTİ bireylerle sınırlı değil, aynı şekilde Alevi bir birey de, devletin başka bir inancı dayatan eğitimine maruz kalmayacağı için, kendisine daha sağlıklı bir yaşam alanı bulacaktır. Yine etnik bir azınlığa mensup bir birey için, hakların tamamen etik ve insan haklarına dayanarak düzenlenmesi bu insanların toplumda kendilerini tanımlamalarını kolaylaştıracaktır.
Bu noktada çeşitli azınlıklarla ortak platformlar kurup iletişime geçilmesi, ateistler içinde, özellikle hem aktivist hem de diğer azınlıklara mensup kişilerin, bu bağlantıları kurmak için adımlar atmaları, faydalı olacaktır. Bunun dışında ateist aktivistlerin ilgi alanlarına giren başka azınlık örgütlenmelerinin içinde yer almaları da birliktelik ve karşılıklı empatiyi güçlendirecektir.
Kaynaklar
[1] XIV. yy. İtalyan şairi ve düşünürü Francesco Petrarca ilk Hümanist olarak kabul edilir.
[2] Seküler kelimesinin laik kelimesi yerine kullanılmasını artık politik olarak daha doğru buluyorum. Özellikle de ülkemizin geçmişte izlediği bazı politikalarla, laiklik adı altında insanların giyim ve yaşamlarına müdahalelerde bulunması nedeniyle, toplumun bir kesiminde bu kelimeye karşı bir antipati hatta irritasyon mevcutken bunun inatla kullanılması ortak bir zemin oluşmasına daha büyük engel olacaktır.
[3] Sufiliğin Osmanlı’nın özellikle kuruluş ve yükselme döneminde (1300-1600) halk arasında da görüldüğü, fakat zamanla kaybolduğu düşünülmektedir.
[4] Buna günümüzde çok örnek verebiliriz, fakat en iyi örneklerden biri Türkiye’deki doğma büyüme Türkiyeli olan siyahi vatandaşlardır. Bu insanların yaşadıkları ayrımcılığın temelinde yatan ana düşünce “Siyahi Türk olmaz” fikridir. Fakat bu, o insanların toplumdan dışlanmasına, sosyal hayatta yer edinmelerinin zorlaşmasına, kendi ülkelerinde turist muamelesi görmelerine neden olmaktadır.
[5] Uluslararası Hümanist ve Etik Birliği’ne http://iheu.org/ adresinden, raporlara da http://freethoughtreport.com/download-the-report/ adresinden ulaşabilirsiniz.