İsa Mesih’in Son Sözleri

İsa Mesih’in Son Sözleri

01/09/2016

Yaşamın başlangıcına ve insanın varoluşuna yönelik sorular, insan zihninin temel sorunlarından biri olarak gücünü korumaya devam ederken; insanın, varoluşu anlamlandırma çabası içerisinde, yok oluşu da anlamlandırması gerekiyor. Bu yazıda, bu sorgulamaya bir örnek olarak, İsa Mesih’in sözleri ile davranışları arasındaki çelişkiye odaklanacağım.

Maneviyata sahip bir yakınını kaybetmeye hazırlanan herkes, yaşamının sonuna ilerlemekte olan kişinin son sözlerini dikkatlice dinleyerek, hatırlamaya ve bu ânı benliğine kazımaya çalışır. Bu ölüme hazırlanış ritüeli, ölen kişinin varoluşunun devamlılığı için yapılan son girişimlerden biridir.

Mesih olarak adlandırılan İsa’nın son sözleri, onun ölüme giden yaşamında, öğretilerinin her birinden ayrı tutulmasının gerekliliğini ortaya koyar. Çünkü Mesih olduğu iddiasıyla öne çıkan bu kişinin, ölüme doğru kararlı yürüyüşü, onun son sözlerinin, davranışlarıyla uyumlu olup olmadığını, cesaretini koruyup koruyamadığını ve Tevrat’ın devamlılığını benimseyen İsrailoğuları ve İsa’nın Mesih olarak müjdelendiğine inanan havarileri için, onun gerçekten kim olduğunu gösterecek önemli detaylardandır. Bu yazımda, İsa Mesih’in son sözlerini incelediğimde; onun hislerini ve son sözlerini okuyan sizlerin, yapmasını istediğim son sorgulamaları yazımın sonunda vereceğim. Bu da ateistleri inançlılardan ayıran gerçek olgunun, yani sorgulamanın son cevap olarak sizler tarafından verileceğini gösterecektir. Başlayalım;

İsa yine halka seslenip şöyle dedi:’’Ben dünyanın ışığıyım. Benim ardımdan gelen asla karanlıkta yürümez. Yaşam ışığına sahip olur.’’

Ferisililer,”Sen kendin için tanıklık ediyorsun, tanıklılığın geçerli değil.” dediler.

İsa onlara şu karşılığı verdi: “Kendim için tanıklık etsem bile tanıklığım geçerlidir. Çünkü nereden geldiğimi ve nereye gideceğimi biliyorum. Oysa siz nereden geldiğimi, nereye gideceğimi bilmiyorsunuz. Siz insan gözüyle yargılıyorsunuz. Ben kimseyi yargılamam, yargılasam bile benim yargım doğrudur. Çünkü ben yalnız değilim, ben ve beni gönderen Baba, birlikte yargılarız. Yasanızda da, “iki kişinin tanıklığı geçerlidir” diye yazılmıştır. Kendim için tanıklık eden bir ben varım, bir de beni gönderen Baba benim için tanıklık ediyor.”

O zaman O’na Baban kim? diye sordular.

İsa şu karşılığı verdi: “Siz ne beni tanırsınız ne de Baba’yı. Beni tanısaydınız Baba’yı tanırdınız.”

İsa bu sözleri tapınakta öğretirken, bağış toplanan yerde söyledi. Kimse O’nu yakalamadı. Çünkü saati henüz gelmemişti.

İsa yine onlara, “Ben gidiyorum beni arayacak ve günahınızın içinde öleceksiniz. Benim gittiğim yere siz gelemezsiniz” dedi.

İsa onlara, “Siz aşağıdansınız, ben yukarıdanım” dedi. “Siz bu dünyadansınız, ben bu dünyadan değilim. İşte bu nedenle size, ‘Günahlarınızın içinde öleceksiniz’ dedim. Benim O olduğuma iman etmezseniz, günahlarınızın içinde öleceksiniz.”

O’na, “Sen kimsin?” diye sordular.

İsa, “Başlangıçtan beri size ne söyledimse, O’yum” dedi. “Sizinle ilgili söyleyecek ve sizleri yargılayacak çok şeyim var. Beni gönderen gerçektir. Ben O’ndan işittiklerimi dünyaya bildiriyorum.”

-Yuhanna İncili 8: 12/25

Bu sözler İsa’yı Mesih olarak kabul eden, 12 Havari’den biri olan St. Yuhanna İncili’nde geçiyor. İsa’nın ölüme yürüyüşünden pay alan ve aslında İsa’nın kim olduğunu onun ağzından duyduklarını söyleyen St. Yuhanna, Eski Ahit’te (Tevrat) Mesih’i müjdeleyen sözlerle, İsa’nın davranışlarının söz uyumlarını vurgulamaya çalışır ve aslında onun ölüme gidişinin önceden söylendiğini anlatır. İsa, başlangıçtan beri olduğunu söylediği İncil anlatımlarında bu olayın devamını St. Yuhanna kendi İncil’inde şöyle aktarır:

İsa şu karşılığı verdi: “Eğer ben kendimi yüceltirsem, yüceliğim hiçtir. Beni yücelten, ‘Tanrımız’ diye çağırdığınız Babam’dır.  Siz O’nu tanımıyorsunuz, ama ben tanıyorum. O’nu tanımadığımı söylersem, sizin gibi yalancı olurum. Ama ben O’nu tanıyor ve sözüne uyuyorum.  Babanız İbrahim, günümü göreceği için sevinçle coşmuştu. Gördü ve sevindi.”

Yahudiler, “Sen daha elli yaşında bile değilsin. İbrahim’i de mi gördün?” dediler.

İsa, “Size doğrusunu söyleyeyim, İbrahim doğmadan önce ben varım” dedi.

O zaman İsa’yı taşlamak için yerden taş aldılar, ama O gizlenip tapınaktan çıktı.

- Yuhanna İncili  8:54/59

Yahudilerin peygamber olarak kabul ettikleri Davut’tan dahi önce var olduğunu söyleyen bir insanla karşılaşmaları, onları şaşırtmış ve kızdırmıştı. Bu durumun felsefi anlamda ele alınması mümkün olmakla birlikte, mantıklı bir açıklaması verilememektedir. Varoluş, varlık ve Tanrı kavramlarının felsefi açıklamaları arasında kutsal olarak, bilakis Tanrı’dan geldiği vurgulanan sözler üzerine bir insanın, nasıl varoluşun öncesine dayandığını söyleyebildiği düşünülemez. Mantık ve felsefe, varoluş ve varlık sorunlarını ele alırken, varoluşundan önce orada olan, ancak varoluşu henüz gerçekleşmeyen varlık düşüncesinde bulunamaz. Varlık ya vardır ya yoktur. Ya duyular ve sezgilerle algılanabilir ya da algılanamaz. Ya düşünce varlığa ulaşabilir ya da ulaşamaz. Ancak hiçbir mantık savı; yaşamı, kendinden önce var olduğu söylenen varlıktan önce, onu tanıdığını söylemesini açıklayamaz. Bu da felsefe ve din arasındaki uzun tarihi tartışmalarda birbirlerinden ayrılan nokta olarak ortaya çıkar. Mesih olarak peygamberden önemli bir konum sağlanması, İsa’nın ölüm üzerine sözlerinin neden önemli olduğunu gösterebilmektedir.

İsa’nın ölüme yaklaşırken kendi varlığını anlatması sonrasında, ele alacağımız yakalanış ve çarmıha gerilme sürecindeki son sözleri, bize İsa hakkında derin bir sorgulama yapma şansı verebileceği gibi, bireylere kendi varoluşunu da sorgulama şansı tanıyabilecektir.  İsa’nın son sözlerinden birincisi, kafatası(Golgota) isimli yere getirilerek çarmıha gerilme aşamasında ellerine çivilerin çakıldığı anda ondan dökülen şu sözdür:

Baba, onları bağışla. Çünkü ne yaptıklarını bilmiyorlar.

-Luka İncili 23:34

İsa yine belirlenen dört İncil’e göre; dağdaki son vaazı sonrası ettiği duada, öleceğini biliyor ve kendini hazırlıyordu. Ancak ölümünün nasıl olacağını bilip bilmediği, bilinmemekle birlikte, onun ölüme gitme sürecinde Yehuda (Judas) İskaryot tarafından ihanete uğrayacağını  bildiği anlatılıyor. Bu durum, İncil’de böyle lanse edilse de, bir kişinin ölüme gitme sürecinde gerçekten neler bilebileceğini bilememekteyiz. Bu durum İsa’nın diğer insanlardan farklı olduğunun, Hristiyanlarca söylenmesine neden olur. Ama gerçekten böyle midir? İsa ölümünü ne kadar biliyordu ve niçin ölmesi gerektiğini bildiği halde, bu kadar korkuyordu? İnsanlar ölümden, öleceğini bilse dahi korkar ancak insandan üstün olan ve hatta Davut’tan önce var olan biri, niçin korkmaktadır? Bağışlamayı dilemek, İsa’nın insanoğlu için yapacağı bir girişimdi. Bu girişimle İsa, yine Hristiyan inancı gereğince, kan hakkını ödeyerek insanın ilk günahla boyunduruğuna girdiği günahı temizlemiş olacaktı. Bu son, dini zorunluluklar gereği, Mesih olduğunu bilen İsa için, hiç de şaşırtıcı olmamalıydı. İsa’nın ikinci sözü, çarmıha gerilirken yanında bulunan dört kadın ve bir öğrencisine bakarak söylediği Yuhanna İncili’nde aktarılan şu sözdür:

İsa, annesiyle sevdiği öğrencinin yakınında durduğunu görünce annesine “Anne işte oğlun!” dedi. Sonrasında öğrencisine: “işte annen!”

-Yuhanna İncili 19:25-27

Kutsal bir yönü bulunduğu şiddetle savunulan İsa’nın, bu sözleri oldukça çelişkili durmaktadır. Çelişki, ölümden sonra dirildiği savunulan İsa’nın, “Başlangıçtaki Söz” olarak betimlenmesine karşın, insanın yaratılış sürecinde bile bulunan İsa’nın, ailesine karşı hissettiği duygulardan ötürü, korku içinde onları başka birine emanet etmesidir. Özellikle bir olay üstünde daha durma zorunluluğu doğuyor. İncil, İsa’nın bir vaizini tapınakta gerçekleştirdiğini anlatarak, vaiz sonrası yanına gelen öğrencisinin, İsa’ya ailesinin geldiğini ve onu tapınağın girişinde beklediklerini söylemesiyle, onun vaiz verdiği topluluğa dönerek şöyle dediği yazmaktadır: “Benim ailem buradadır!” Bu söz, İsa’nın Tanrı’nın sözünü aktardığına inandığı ve bu aktarımla ona ve sözlerine bağlanan kişileri, ailesinden önemli görmesi gerektiğini söylediği önemli bir ayrıntıdır. Ancak İsa’nın ölümünü izleyen takipçileri ve havarilerini bırakarak, ailesini ölümde önemsemesi, onu gösterdiği bu iki farklı önemli tavırla çelişkiye düşürüyor. Elbette insanların, korku anlarında yaşam boyunca verdikleri her tavrın arkasında duramadığı görülebilmekte ve ölüm korkusu nedeniyle meydana gelecek zihinsel durumlar, o kişiyi değiştirebilmektedir. Ancak bu İsa için de geçerliyse; onun bu çelişkiye düşmesi, öğretilerine ne gibi bir etkide bulunmaktadır?

İncelediğimiz sözlerin üçüncüsü havari Luka İncili’nde aktarılmaktadır:

İsa ona, “Sana doğrusunu söyleyeyim, sen bugün benimle birlikte cennette olacaksın” dedi.

-Luka 23:35-43

Günümüz din alimleri, çeşitli programlarda, izleyicilere doğru olduğuna inandığı bir bilgi sunduğunda, dini ritüel gereği şu sözleri ekler: “Umarım, Allah’ın izniyle, tüm müminler Allah’ın cennetine girecektir.” Bu ve bunun gibi önermeler, inancın bir yaratılan tarafından aktarılabileceğini ortaya koyarken, kesinlikle son sözün Allah’tan geleceğini vurgular. Bu ve benzeri gereklilikler yanında, İsa’nın bu gerekliliğe ihtiyaç duymaması ve karar kesinmiş gibi bu sözü sarf etmesi düşündürücüdür. Düşündürücü olan en önemli şey, yine ve yeniden İsa’nın aslında kim olduğu, sözün kimler tarafından kesinlik kazanacağı ve yaratıcı üstünde İsa’nın ne gibi yetkileri olduğudur. Bu sorulara verilecek cevaplar, felsefenin dinin egemenliğine esir olduğu Ortaçağ’da sıklıkla tekrarlansa da, benim vurgulamak istediğim şey, bir önceki sözde belirttiğim çelişkinin, Tanrı’yla tözsel bir birliktelik içinde bulunduğu savunulan İsa’da gün yüzüne çıkarak, son sözü söyleme özelliğinin, aslında geçersiz olmasının mantıksal sonucudur. Aristoteles, varlığı bağlamında kusursuz bir cevher olan Tanrı’nın, tözsel (tanrısallık)  bütünlüğü bulunan bir insanda, bir çelişki yaratmaması gerektiğini söyler. Ancak doğan sözel çelişki, bir dil yetersizliğinden daha büyük sorunlar ortaya çıkarıyor. Bu, İsa’nın nasıl tözselbir beraberlikte bulunduğunun da sorgulanmasını gerekli kılacaktır.

İsa’nın ele alınacak dördüncü sözü, havari Matta İncili’nde geçiyor. Matta şöyle yazar:

“Tanrım,Tanrım, beni neden terk ettin?”

-Matta 27:45-47

Bu yakarışlar, İsa’nın saat 9.10’da çarmıha gerildiği hatırlandığında, yaklaşık öğleden sonra 14.00’de sarf ettiği sözdür. Nereden bakarsak bakalım, bir yakarış gibi görünen bu söz, içinde birkaç gizlilik içeriyor. Öncelikle bu sözleri tekrar okuyormuşuz hissi veren, Tevrat kitabının Mezmurlar bölümüne değinmek gereklidir. Bu bölümde şöyle yazılmış:

“Tanrım, tanrım beni neden terk ettin?

Niçin bana yardım etmekten

Haykırışıma kulak vermekten kaçınıyorsun?

Ey Tanrım, gündüz sesleniyorum, yanıt vermiyorsun,

Gece sesleniyorum, yine yanıt yok bana.

Oysa Sen kutsalsın.

İsrail’in övgüleri üzerine taht kuran sensin.

Sana güvendiler atalarımız,

Sana dayandılar, onları kurtardın.”  

Mezmurlar 24

Bu sözlerin tekrarlanması, ancak yalnızca ilk kısımla sınırlı kalması, birçok dış etmenden kaynaklanabilir. Unutmamalıdır ki, betimlemeler o anda İsa’nın ölümle yüz yüze olduğunu aktarıyor, güneşin altında kalınan 4 saat sonrasında, ciddi susuzluk çekmesi, bu sözlerin tamamını okumak istediği, ancak okuyamadığı sonucunu çıkarabilir. Bunun dışında, İsa’nın bu sözleri sarf etmesi, yalnızca bir rastlantı da olabilir. Biliniyor ki İsa, 30 yaşları civarında görevine(peygamberlik/Mesihlik) başlamıştır. Bu süre içinde Tevrat konusunda aldığı sayısız eğitim, onun bu konuda bilgilenmesine katkıda bulunmuştur. Dindar bir kişi için, önemli görünen bir kitapta, en çok sevilen sözler, insanların ölüm anlarında sarf edilebilir. Bu psikolojik bir rahatlama ve son arzunun tatminini sağlayabilir. Bu nedenle İsa’nın bu yakarışı, üç olasılığı gün yüzüne çıkarır. Ya İsa bu sözleri, en sevdiği sözler olarak sarf etmeye çalışmış ya da dini gereklilik gereği, Mesih olan İsa’nın, Tevrat’ın sözlerini sanki olacakmış gibi söylemesiyle, bu olayın dini bir devamlılık olduğunu göstermeye çalışmış ya da hepsinden öte, ölüme karşı istemsiz yakarışını dile getirmiştir.

Ele alacağım İsa’nın beşinci sözüyse; onun ölüme gidişinin zamanlamasının saat 15.00’e denk gelmesiyle ortaya çıkar. Sözler Yuhanna İncili’nin içinde yer alır ve şöyledir:

İsa, “Susadım!” dedi.

Orada ekşi şarapla dolu bir kap vardı. Şaraba batırılmış bir süngeri mercan kök dalına batırarak O’nun ağzına uzattılar.

-Yuhanna 19:28-29

“Susadım”  kelimesini sarf etmesi, belki de bir önceki sözde aslında susadığını ve bu yüzden sözlerini sarf edemediğini vurguladığımız önermemizi destekleyici olabilir. Ancak bunun dışında İsa’nın ölüme karşı, insani duruş sergilemesi nedendir, sorusunu sordurabilir. Hristiyan teologlarının verdiği felsefi savlarda, İsa’nın yalnızca bir Tanrısal töz taşımadığını, bizatihi insani yönlerinin de bulunduğunu söylediklerini görebilirsiniz. Bu doğaldır. Hristiyanlığın oturtulduğu önermelerden biri olan Üçlü Birlik yanı Baba/Oğul/Kutsal Ruh tözlemesinin gerekliliğidir. Bu gereklilik, St. Agustinus tarafından söyle açıklanmaya çalışılmıştır:

“Çünkü Tanrı, bedeni de dirilmeye çağırıyor ve ona ebedi bir hayat vaat ediyor. İnsanın kurtuluşunu müjdelemek, fiilen bedenin kurtuluşunu müjdelemek anlamına gelir. Çünkü insan, ruh ve bedenden mürekkep bir varlık olmaktan başka nedir? Sadece ruhun insan olduğunu söyleyebilir miyiz? Hayır! Çünkü bu ruh, insanın ruhudur. Peki insan sadece bedenden mi müteşekkildir? Kesinlikle hayır! Onun insan bedeni olduğunu söylemeliyiz. Şu halde ne ruh, ne de beden kendi başına insandır. İnsan bu ikisinden mürekkeptir. Tanrı insanı yeniden dirilmeye ve hayata çağırdığında parçasıyla değil bütünüyle, yani ruh ve bedenden oluşan bütün haliyle çağırır.’’     

-Ortaçağ Felsefesi Ruhu / Etienne Gilson

St. Agustinus’un ruh öğretisini ve Üçleme’de bulunan İsa’nın insani özelliğini vurgulamaya çalışması, Yuhanna İncili ve Matta İncili’nde önemli bir detayla anlatılan yeniden diriliş öğretisini korumak içindir. Çünkü bir kayayla kapatıldığı mezarında, İsa’nın bedeni ve ruhuyla kaybolması, yani anlaşılacak dille, cesedinin kaybolması Tanrı’nın diriltme özelliğiyle meydana gelmelidir. Bu nedenle tanrısal ruha sahip olan İsa, yalnız ruhla değil bedenle dirilmiştir. Ancak eğer böyleyse, insanın kurtuluşu geldiğinde, dirilmesi anında bedeni de ona eşlik etmelidir. Bu mümkün müdür? Bedensel bütünlüğü bozulan veya kemikler halinde dirilmeye çalışan bir ruhun, dirilme anı gerçekten mümkün olabilir mi? Bunun fiziksel boyutu kenara konduğunda, dirilen yalnızca ruh olursa, İsa’nın neden beden halinde dirildiğinin sorgulanması gerekir. Dirilme, bedenle ilişkilendiğinde, eğer bedeni eksik olan bir ruhtan söz edilemiyorsa; o zaman diriliş gerçekten temellendirilmesi sağlam bir öğreti midir? Bu soruların her biri, temel sorunlar olup, yine ve yeniden insanın özgün düşüncesine bırakılmıştır.

Son olarak, değinmek istediğim konu, ölüme yürüyen İsa’nın, dini temeldeki değeri üzerinedir. Bu konuda söylenmesi gereken niteliklerden biri, bir amaç uğruna ölümü kabul ettiği inanışıdır. Bu gerekçelendirilmiş inanç olarak, bilgi felsefesinin konusu olabilirken, ben bu konudaki son sözlerimi yine Hristiyanlığın temel nitelemelerinden olan Mesih anlayışının, St. Anselmus’un taziye teorisi adıyla geçen yorumlaması üzerinde durarak bitirmek istiyorum. Bu teorinin ötesinde ilerleyen Din Felsefesi, Tanrı kavramının yoğun anlamlandırmalarıyla devam eder. St. Anselmus, Tanrı’nın iki önemli niteliği üzerinde duruyor. Birincisi mutlak adil, diğeriyse mutlak iyidir. “Mutlak İyi” üzerine yapılan birçok tasarım olmakla birlikte, adil nitelemesi üzerine girişilen bir teori ancak Ortaçağ sonlarında görünmüştür. Tanrı “Mutlak Adil” olarak Adem ve Havva’nın büyük günahını cezalandırmalıydı. Adalet teriminin bu işe girmesiyle bu ceza, Tanrı’nın bizzat kendisine karşı işlenen bir suçtu. Tanrı’ya karşı işlenen bu suç, yapılan en büyük günahtı. En büyük günaha karşılık, ceza da ağır olmalıydı. Bu ceza, ya yaratılan insanoğlunun mutlak yok oluşunu veya sonsuz cehenneme gidişini garantilemeliydi. Ancak Tanrı, bizzat “Mutlak İyi” olarak insanoğlunu cezalandırmak istemedi. Bunun yerine, yine kendisini insan kılığına sokarak ve tözsel bütünlüğe indirgeyerek, insanoğlunun cezasını yine insan olarak üstlenerek, onu ilk günahtan kurtardı. St. Anselmus bu betimlemeleri kullanırken, Tevrat kitabının Yaratılış kısmıyla ilgilenmiş ve dönemin önemli kavramları ve tartışmalarından olan Ahlak Felsefesi’nin yorumlamalarını kullanmıştır. “Mutlak İyi” ve “Mutlak Adil” gibi kavramların yanında, bu büyük ve zorlu arayış, günümüzde sorgulanmaktadır. Mutlak bir iyilikten ve adillikten söz edilebilir mi? Mutlak nedir? İyilik, insani bir vasıftan öteye geçebilir mi? İyi olan sadece insan mıdır? gibi sorular tartışılmakla birlikte 21. yy’da kademeli olarak ilerleyen felsefe, korkusuzca gösterdi ki, her olgu mutlaka akıl süzgecinden geçirilmelidir. Bu amaçla İsa’nın son sözleri hakkında söylenen onca anlatımlara rağmen asıl cevap, onun kim olması gerektiği üstündeki soruların cevaplandırılmasıdır.

Kaynaklar:

1. İsa’nın Çarmıhtaki Yedi Sözü / İhsan Özbek (2003)

2. Holy Bible King James Versiyonu (1997)

3.  Tatsachen nach Gott / St. Agustinus kitabından çevrilmiştir.