Çeşitli İnançlarda Cennet ve Cehennem Kavramlarının Kökeni

Çeşitli İnançlarda Cennet ve Cehennem Kavramlarının Kökeni

01/09/2016

Cennet ve Cehennem özellikle semavi dinlerde, kulun günah ve sebep kavramları doğrultusunda gideceği yerlerdir.

Dinlerin insanları kontrol altında tutmak için en çok kullandığı “ödül ve ceza” sisteminin temel dayanağı olan cennet ve cehennem tasvirleri, davranışlara göre ölüm sonrası adaletin sağlanacağı düşüncesini insanların aklına yerleştirerek, hukuk sistemleri dışında, yapılan iyilik ve kötülükleri ilahi bir yargılamaya bağlar. Bu yargılama ile “bu dünyada” istediklerini elde edemeyen insanlar, ilahi varlığın kanunlarına uymaları halinde “öteki dünyada” arzularına kavuşacakları vaadiyle, “ilahi adalet” sistemleriyle kontrol altında tutulmaya çalışılır. Şimdi farklı inanç sistemlerinde bu “adalet” sisteminin nasıl çalıştığına kısaca göz atalım.

Semavi dinlerdeki anlayışa göre, cennet peygamberlerin davetlerine uyarak iman edip, dünya ve ahirete ait işleri, elden gelen bütün kudretle ve özenerek yapmış olmanın ahiretteki karşılığıdır. Cehennem ise bu çağrıyı kabul etmeyen ve Tanrı dini olarak gösterilen bu dinlerin ibadet ve gereksinimlerine uymayan insanların, cezasını çekecekleri yer olarak tasvir edilir. Semavi dinlerde diğer çoğu inanç sisteminde olduğu gibi iyilik, güzellik, yardımseverlik gibi konuların yanında, Tanrı’nın emirlerine uyma kavramı, cennetin kapısını aralar. Bu inançlara göre aksi takdirde insan, Cehennem azabı ile karşı karşıyadır. Cennet ve cehennem olgusu, bir ödül-ceza sistemidir. Cennet için, “Günahsız ya da günahlarından arınmış kulların öbür dünyada sonsuz bir mutluluk içerisinde yaşayacaklarına inanılan yer, iklimi çok hoş, çeşitli nimetlerle dolu, her yanı şahane bir şekilde süslenmiş, iyi ve günahsız insanların girecekleri ahiret evidir.” (1) tanımı yapılırken; cehennem için, “Günahkâr kulların azap ateşi içinde günahlarının cezasını çekeceği yer.” (2) diye bahsedilir.

Cennet ve cehennem kavramlarının, Semavi dinler öncesi toplumlarda da farklı inanış ve isimlerde tasvirleri mevcuttur. Örneğin Eski Yunan inancında, ölenler öncelikle Hades Evine gönderilir, oranın bekçisi olan üç başlı köpek Kerberos eşliğinde eve kapatılır ve bir daha o kapıdan çıkamazlardı. İnsanlar yeraltı tanrısı Hades’in başkanlığını yaptığı yargılama sonucunda suçlu bulunurlarsa Tartaros’a atılır, suçsuz görülürlerse Elysium Bahçesine gönderilirlerdi. Burası rengârenk çiçeklerle, nehirlerle dolu, insanların huzur içerisinde, sonsuz yaşam sürdüğü bir bahçeydi. Öte yandan Tartaros çukuruna atılanlar Erinys’ler (Cezalandırıcı ilaheler/melekler) tarafından cezalandırılır ve sonsuz acı çekerlerdi.

Aynı şekilde Germen mitolojisinde de ölüm sonrası yaşam ve cennet-cehennem tasvirleri mevcuttu. Ölüler tanrıçası Hell tarafından sorgulanan ölüler, suçlu bulunurlarsa Niflheimr denilen azap mekânına gönderilirdi. Germen toplumunda savaşçı olmanın önemi büyüktü. Savaş dışında ölen suçsuz insanlar Hell’in bölgesinde yaşar, ancak savaş esnasında ölenler Germen kültüründeki cennet tasviri olan Valhalla’ya götürülürdü. Valhalla’da yaralarının miktarına göre gençleşir ve aynı düzeyde de sefa sürerlerdi. 

Kelt inancındaysa dünyevi bir cennet fikri hâkimdi. Keltler okyanusun derinlerinde ya da çok uzağında bulunan bir adayı cennet olarak tasvir eder ve ölülerinin ruhlarının orada sonsuza dek eğlendiğine inanırdı. Kelt inancında herhangi bir cehennem tasviri bulunmuyordu. Bunun yerine sadece iyi ruhların o adaya gidebileceğine, kötü ruhlarınsa o adayı asla bulamayacağına inanılıyordu.

Eski Roma inancındaysa, ölüler diyarına “Orcus” deniyordu. (Orcus aynı zamanda, “Ölüler diyarının” tanrısına da verilen isimdir.) Ölenler ilk başta Orcus’a gider, yargılanma sonrasında dinin gereklerini yerine getiren ve “iyi bir insan” olanlar bir bahçeye götürülür ve burada sonsuza kadar, huzur içinde yaşardı;  dinin gereklerini yerine getirmeyenler ve “kötü insanlar” ise, Orcus’un karanlığında kemik ve hayalet olarak huzur bulamadan hapsolurdu.

Eski Türk inanışlarındaki cennet ve cehennem kavramlarıyla devam edelim. “Tin” olarak bilinen ruhun ölümsüzlüğü ve maddi bedenin ölümü sonrası Tin’in sonsuzluğu kavramı, eski Türk inançlarında da mevcuttu.

Eski Türk inanışlarında cennet ve cehennem kavramı ile devam edelim. “Tin” olarak bilinen ruhun ölümsüzlüğü ve maddi bedenin ölümü sonrası Tin’in sonsuzluğu kavramı, eski Türk inançlarında da mevcuttu. İyi Tinler göklerin üzerinde Gök Tengri’ye yakın ve aydınlık bir yer olan Uçmak’a gidecek ve orada dünyadaki iyi halleri gibi yaşayacaklarına inanılırdı. Ayrıca ölenlerin arkasından atı kesilir ve bu atın bazı parçaları ölünün mezarına yakın bir yere mızraklarla asılırdı; ölenlerin bu atla, uçmağa gideceğine inanılırdı. Cehennem tasviri olarak ise “tamuğ” kelimesi kullanılmaktaydı. Bu dünyada fenalıklar yapanlar, yeraltında olan Tamuğ’a gidecek ve orada fenalıklarının cezasını çekecekti. Ayrıca Tamuğ’a gidenlerin dünyadakilere hastalık ve kötülük saldıklarına da inanılırdı.

Ölüm sonrası sonsuzluk inancının hâkim olduğu inanç sistemlerinden biri de Hinduizmdir. Bu inanca göre cennet ve cehennem tasvirleri, üç alternatif olarak karşımıza çıkaar. Hinduizm inancında, ölen kişinin ateşten bir çemberden geçeceğine ve bu çemberden geçen kişinin günahkârsa yanarak Naraloka’ya, yani “alt dünyaya” gideceğine inanılır. Kişi günahkâr değilse, bu çember sonrasında karşısına iki yol çıkar. Bu yollardan biri Brahma’ya, diğeriyse Nandana’ya çıkan yoldur. İyi insanların Nandana’da dünyadaki iyiliklerinin karşılığını alana kadar belirli bir süre kalacaklarına inanılır.  

Budizmde ise tekâmül kavramının varlığından dolayı, kalıcı bir cennet ya da cehennem kavramı mevcut değildir. Tavatimsa denilen bir geçici ikamet mekânı vardır. Ölümü tadan kişiler Tavatimsa’da derecelerine göre geçici olarak ikamet ederler. Nirvana’ya ulaşmayla ilgili ilim ve irfan sahipleri, Tavatimsa’nın en üst düzeylerine kadar varabilir. Ancak hiçbir ruh Tavatimsa’da kalıcı ikamet edemez. Oradaki süresini tamamladıktan sonra farklı bir kimlik ve özellik ile “reenkarne” olur. Budizmde, ayrı bir cehennem kavramı da yoktur. İnsanların Tavatimsa’da kalış ve oranın nimetlerinden yararlanma süreleri, iyilik ve kötülük derecelerine göre değişkendir. 

Not: Bunun haricinde birçok uzakdoğu inancında, cennet ve cehennem kavramı mevcut değildir. Örneğin Taoizm, Şintoizm, Konfiçyüsçülük gibi. 

Kızılderili kabilelerinde, inançlar konusunda çeşitli farklılıklar olsa da, cennet kavramı ortaktır. Ölümden sonra Vakui denilen, cenete benzer bir yere gidileceğine inanılır. Ancak burası sadece Kızılderililerin cennetidir; Kızılderili olmayanlar için başka bir yer vardır. Fakat orası hakkında bilgileri yoktur. Kişi öldükten sonra, etrafı meyvelerle kaplı bir yoldan yürür. Bu meyvelerden yemezse, üzerinde köprü olan bir nehre ulaşır. Ölen kişi iyi bir insansa, bu köprüden geçerek Vakui’ye olan yolculuğuna devam eder; kötü biriyse, o köprüden düşer ve balık olur. Yani Kızılderililerde de bir cehennem kavramı yoktur. Vakui, dost ile düşmanın kardeşçe yaşadığı ve dansların, her türden yemeklerin, atalarının ve mutluluğun olduğu bir yerdir. Burada iyi insanlar birlikte yaşarla Vakui’ye gidiş yolculuğunun 4-5 gün kadar sürdüğüne inanılır. Bu nedenle ölen kişinin mezarına yiyecek ve içecek bırakılır. Bu yiyeceklerin yetmemesi ihtimaline karşı bir de yay ve ok bırakılır ki, ölen kişi yolda avlanabilsin. 

Azteklerde, cennet ve cehenneme gidiş yolu, ölümün şekline bağlı olarak değişir. Aslına bakılırsa Azteklerde cennet kavramı, “Tanrı katı” olarak geçer. Ancak cehennem kavramı bizim bildiğimiz anlamıyla kullanılmamıştır. “Yeraltı” diye ifade edilen ve yaşlılık, hastalık gibi doğal yollardan ölen insanların gittiği yerde, herhangi bir ceza eylemi bulunmaz. Kurban törenlerinde öldürülen adakların ve savaşlarda ölenlerin, Güneş ve Savaş Tanrısı Huitzilopochtli’nin yanına gittiğine inanılır. Bu, Azteklerin savaşçı ve yabani sosyal yapısı ile alakalı bir durumdur. 

Sümer inancında ise, ölülerin gittiği dünya tektir ve buradan dönüş yoktur. “Kur” isimli bu dünyada tanrılar, yüce kişiler ve tüm ölüler bir arada yaşar.

Sümer inancında ise, ölülerin gittiği dünya tektir ve buradan dönüş yoktur. Kur isimli bu dünyada tanrılar, yüce kişiler ve tüm ölüler bir arada yaşar. Sümer inanışında, bu yeraltı dünyası için kan akıtmak ve adak sunmak gerekir. Aksi takdirde ölülerin ruhlarının kendilerini rahatsız edeceğine ve tanrıların kendilerine felaket göndereceğine inanılır. Ayrıca “Tanrılar bahçesi” olarak bilinen Dilmun adında bir yer daha vardır. Bu bahçeye, Kur’da süresini doldurmuş kişiler gidebilir. Ancak her ölünün ruhu mutlaka Kur’a gitmek zorundadır. Dilmun, çayırların ve meyve bahçelerinin alabildiğine uzandığı, Enki’nin (Sümer su ve bilgelik tanrısı) tatlı sularla bezediği son derece muhteşem bir yerdi ve Kur’da zamanını dolduranlar buraya gelebilme hakkı kazanıyordu. 

Eski Mısır’da ise, ölüm sonrası yaşam inanışı çok daha hâkimdi. Bu nedenleölülere çok özen gösterilirdi. Ölen kişi, tanrı Osiris başkanlığında bir mahkemede yargılanır, yaptığı iyilik veya kötülüklerin ağırlığına göre Anu’ya ya da Amenti’ye gönderilirdi. Anu, insanların tanrılarla birlikte oturup yemek yiyebildikleri; kadınların erkek, erkeklerin de kadına sahip olabildiği sonsuz bir mutluluk ülkesiydi. Tanrılar ölen kişi adına, göğe bir yıldız yerleştirir ve onun adını sonsuza dek yaşatırdı. Burada ölen kişi, mülk sahibi olabilir ya da istediği ürünleri bu verimli topraklarda yetiştirebilirdi.  Ancak kişinin kötülükleri ağır basıyorsa, Osiris tarafından Amenti’ye gönderilirdi. Amenti, türlü acılar ve işkencelerle dolu bir yeraltı dünyasıydı. Kötü insanların buradan dönüşü, ancak hükümdarları olan firavunun ölümünden sonra, onun Anu’ya ulaşması ve isteğini Osiris’e sunması ile mümkün olurdu.

Son olarak Zerdüşt inancındaki cennet ve cehennem kavramlarına değinmek istiyorum. Zerdüşt dininde, insanların dünyada gidecekleri yol, kendilerine bırakılmıştır. İnsanlar, Yüce Tanrı ve iyiliğin temsilcisi Ahura Mazda ile kötülüğün temsilcisi Ehrimen arasında seçim yapabilirlerdi. Seçimlerine göre, öldükten sonra Ahura Mazda huzurunda yargılanırlar ve Sırat Köprüsüne benzerliği dikkat çeken Çinvat Peretu’dan, yani “Karşılık Köprüsünden” geçerler. Kişi “iyiyse”, Çinvat Peretu’dan kolayca geçer. Köprünün sonunda ölen kişiyi güzel bir kız karşılar ve Ahura Mazda’nın diyarının güzelliklerini gösterir. Ama ölen kişi “kötüyse”, bu köprüden geçemez ve karanlıklar diyarına, Ehrimen’in yanına düşer. Çinvat Köprüsü’nden geçenler, Ahura Mazda’nın Ehrimen’i yok edeceği ve dünyanın tekrar yaşanabilir olacağı günü bekler. Karanlık diyara gidenler hakkındaysa, çok fazla bilgi yoktur. 

Sonuç olarak görüldüğü üzere, birçok inanç kültüründe cennet ve cehennem tasvirlerine benzeyen, ölüm sonrası mekânlar mevcuttur ve hepsi de az çok birbirini andırır. Napolyon, bu durumu tek bir cümleyle özetlemiştir: "Din, fakirlerin zenginleri katletmesini önlemek içindir."


Kaynakça:

  1. Meydan Larousse, tsz.: II, 857

  2. Meydan Larousse tsz ; II 741

  3. Yunan Mitleri: Hesiodos – Theogony (M.Ö 700)

  4. Germen Mitleri: Siegfried’in Hikayesi. (Çev. N. Benzergil,). İzmir: İlya Yayınları. (2004).

  5. Kelt Mitleri: Kelt Mitolojisi – Bill Price (Çev. Cumhur Atay) Kalkedon Yayınları (2011).

  6. Roma Mitleri: Klasik Yunan ve Roma Mitolojisi – Thomas Bulfinch (Çev. Özgür Umut Hoşafçı) İnkilap Kitapevi (2014)

  7. Türk Mitleri: Türk Mitolojisinin Ana Hatları – Yaşar Çoruhlu, Kabalcı Yayınevi (2013)

  8. Hindu Mitleri: Hinduizm’in Öz’ü – Aum Sree Gana / Veluri Anappa Sastry (2011)

  9. Budist Mitleri: Budizm’in Gizli Öğretisi – Jo Durden Smith, Sıınır Ötesi Yayınları (2006)

  10. Aztek Mitleri: Aztek ve Maya Mitleri – Karl Taube (Çev. İsmail Yılmaz) Phonix Yayınevi (2012)

  11. Sümer Mitleri: Sümer Mitolojisi – Samuel Noah Kramer (Çev. Hamide Koyukan) Kabalcı Yayınevi (1961)

  12. Mısır Mitleri: Mısır’ın Ölüler Kitabı – Peter le Page Renouf (Çev. Erhan Altunay) Onbir Yayınları (2014)

  13. Zerdüşt Mitleri: Zerdüst Dini ve İran Mitolojisi – Mehmet Korkmaz, Alter Yayıncılık (2010)