1969’da genç bir öğretmen. Öğretmenlik yaptığı köyde cami yok. Yol da yok kahve de... Köylülerin kabullenilmiş inançları var. Ramazanda oruç tutulacak. O tutmayacak ama dışlanmaktan ürküyor. “Ya varsa” kuşkuları da bitmiş değil. Köyde imamlığı meccanen yapan bir köylü var. Ramazanlarda uyarına gelirse cemaate evlerde teravi namazı kıldırıyor. Öğretmen her akşam ayrı bir eve konuk. Konuk olduğu eve akşamları yakın komşular da geliyor. Bir ramazan akşamı. O gün kaldığı ev imamın evine yakın. İmam da onun olduğu eve geliyor. Gelmişken teravi namazını da kıldıracak. Öğretmen kaygılı çünkü namaz kılmayı bilmiyor. Namaz vakti geldiğinde imam öne geçiyor. Cemaat arkada safta. Öğretmene imamın yanında yer açıyorlar. Reddediyor öğretmen “cemaatte ön arka olmaz” diye. En arkada olmak en iyisi. Önündeki birini kendine kılavuz seçiyor. Ona bakıp kılacak namazı. İmamın komutlarıyla namaz başlıyor. Her şey otomata bağlanmış yolunda giderken, kılavuzunun secdede olduğunu görüyor. Tam secdeye yeltendiğinde diğerlerinin ayakta olduğunu fark ediyor ve son anda durumu kurtarıyor. Kılavuz da durumu fark ediyor ama onun için iş işten geçmiş durumda. Kıkırdamalar başlıyor. Daha öndekiler kıkırdanmanın nedenini bilmiyor. Ama onlar da kıkırdamaya başlıyor. Tam üstüne alt kattan bir kız çocuğunun avazı; “Emeturan !” babasına sesleniyor. Emeturan namazda. Yanıt veremez. Ne bilsin çocuk? Yine sesleniyor. “Emeturaan !” Kıkırdamalar artıyor. Emeturan’dan ses yok. Çocuk seslenmeye (belli ki kızarak) devam ediyor. Dayanamıyor Emeturan okkalı bir küfür sallıyor. Kıkırdamalar kahkahalara dönüşüyor. İmam sesini yükselterek uzunca bir “estağfurullah” çekiyor. Ama o da gülmeye başlıyor. Sanki “gülmek serbest” komutu ve “Allah kabul etsin”le teravi tamamlanıyor.
1973’lerde başka bir köyde öğretmen. Köyün camisi ve maaşlı imamı var. İmamın katılığı köylülerde yok. Cuma söyleminde imamla tartışıyorlar. Cumadan sonra da tartışmaları öğretmene anlatıyor, onayını almaya çalışıyorlar. İnançsız olduğunu bildikleri halde.
Aynı köyde yaz tatili. Öğretmen memleketine gitmiş. Üç kişi köy kahvesinde oturmuş öğretmenden konuşuyorlar. Bunlar çıkarcılıkları nedeniyle eleştirilen üç kişi. Kötü diyemiyorlar öğretmene. Hatta “iyi adam” demek zorunda kalıp, “ama camiye hiç gitmiyor” biçiminde çekiştiriyorlar. Kahveci 80 yaşlarında ama sırım gibi. Yaşamı boyunca haksızlıklara karşı çıkmış, yalan söylememiş, sözünü de esirgememiş biri. Tüm köylü saygı duyuyor. Çekiştirmelere dayanamıyor kahveci. Sandalyeyi kapıp üzerlerine yürüyor. “Ulan siz de camiye gelmeyin ama öğretmenin tırnağı kadar dürüst olun” diyerek onları kahveden kovuyor. Bu arada kahveci köyün en dindar adamı.
1980’lerin başı. Aile büyüklerinden biri sürekli yanlarında kalıyor; Ölen dayısının eşi Yengeleri. Yenge evdeki herkesin sevgilisi ve de dini bütün. Namazı orucu sektirmez. Ramazan ayı geliyor. Evde tek oruç tutan o. Öğretmen akşam yemeğinde rakı içecek, Yenge ise iftar açacak. Öğretmen yengem incinir mi diye tereddütlü. İzin istiyor ondan. İzne yanıt çok doygun: “Canın istiyorsa iç oğlum. Sağlığına zarar vermesin yeter. Senin gibi vicdanlı adam rakı da içse herkesten önce gider cennete.”
Yine 1980’lerin ilk yılları. 12 Eylül fırtınası devam ediyor. Darbe lideri Kenan Evren’in halka açık toplantılarda, “ben hoca çocuğuyum” diye şişindiği yıllar. Bir liseye matematik öğretmeni olarak atanmış. Başladığı gün öğretmenler genel kurulu var. Kimseyi tanımıyor. Ayaküstü adet üzere eski öğretmenlerle tanıştırılmış. O kadar... Toplantı yöneticilerin yönlendirmesiyle dini özendirmeye kaydırılmış durumda. “Öğrenciler Cuma günleri cuma namazına gitmek istermiş. Ama o saatlerde ders olduğu için gidemiyorlarmış. Öğlen arası da yetmiyormuş. Cuma günleri için öğlen arasını uzatacak bir program yapılabilirmiş ya da namaza gidenler derse gelemezse yok yazılmamalıymış...” Uzun ikna çabaları devam ediyor, ürkek karşı çıkışlar var. Ama karşı çıkışlar şöyle başlıyor; “elhamdülillah hepimiz Müslümanız ama !” Tartışma uzuyor. Öğretmen yeni ve ne diyeceğini bilemiyor. Müdür jest yapmak niyetiyle, “yeni arkadaşımız ne diyor bu konuda” diye sözü ona yönlendiriyor. El mahkûm konuşacak. Ve konuşuyor. “Bu kurulda bu tartışmayı içtenlikli bulmuyorum. Kurul ne karar alırsa alsın ki alamaz. Eğer cuma günlerine özgü ayrı bir gün planlaması kararı alınırsa valiliğe ve Milli Eğitim Müdürlüğüne ve gerekirse Bakanlığa itiraz dilekçesi veririm. Ayrıca basın da bunu duyar. Eğer Cuma günleri namaza gittiği için dersime gelmeyen öğrenci olursa öğrenciyi yok yazarım ve takipçisi olurum.” Derin bir sessizlik, bakışmalar ve bazı öğretmenlerde tebessümler. Müdür söz verdiği için pişman gibi. Toplantıya dinlenme arası veriliyor. Koridorda çay - sigara içilecek. Öğretmenin etrafında birçok öğretmen. Resmi tanışmadan farklı yeni bir tanışma. “Hocam hoş geldin!”
1990’lar. Bir dershanede “Allah”ı ağzından düşürmeyen bir öğretmen var. Öyle de olsa ortak sohbetler yapılabiliyor. Ramazan ayı geliyor. Bazıları oruç tutacak gibi. “Allah”cı öğretmen hevesli ve sevinçli bir uhrevi bir karşılama hazırlığında. Ve ilk gün Allahçı öğretmen, “bugünü de gördük rabbim” şükründe. Baskı havası yarattığı için de mutlu. Öğretmen kalkıyor, gidip çayını alıyor ve yudumlamaya başlıyor. Gözler üzerinde ne olacak? Oruç tutan bozulur gibi ve bir şey diyemiyor. Diğer öğretmenler de çayını alıp içmeye başlıyor. Şimdi daha da kızgın çünkü baskı tutmadı. İkinci gün sabahın ilk saati yine Al lahçı öğretmenin elinde çay ve sigara. Dünkü afra tafranın ardından diğerleri şaşkın. Biri “hayrola hocam” diyor. Yanıt: “Kan şekerim düştü, oruç tutmam zararlı.” Gülüşmeler. O da rahatlıyor.
Elbette yaşanmışlıkların hiç biri mutlak değildir. Yaşananlara zıt başka yaşanmışlıklar sıralanabilir. Bunlar bir eğitimcinin kısa tarihsel süreç içindeki gözlemleri. Bunlardan çıkarılabilecek en önemli sonuç da “geri” denilen halkın “Allah”ı ile okumuşun “Allah”ı arasındaki fark. Halkın algısında din, insan olma - insani davranma aracı. Karşısındakinin “Ateist” olması bile onun için çok itici değil. Çünkü onun için yaşam, kavram didiklemek, kavramlar üzerinde tepinmek değil. Nasıl yaşandığına bakıyor. Erke yaranmaya çalışan “okumuş” için “Allah” yaranma aracı, erk için ise tahakküm kışkırtma aracı. Kullanılan, korkulan, korkutulan “ceberut” bir nesne. Maraş’ta, Çorum’da, Sivas’ta din cinayetleri için kullanılan bir nesne. Ama arada bir kışkırtmak bile kesmedi onları. Toplum tümüyle “dindar - kindar” olmadan rahat edemeyeceklerdi.
Mağduriyete soyundular. Başörtülü “bacı”lar mağdurdu. Oruç tutan, namaz kılan “inanmış”lar mağdurdu. Dinini özgürce yaşayamayan “Hıristiyanlar” mağdurdu. Hatta “aleviler” mağdurdu. Özetle etnik ve dinsel temelli mağduriyet yaşanıyordu, inananlara Cumhuriyet boyunca zulme dilmişti! Ve bunun devamında din, özgürlükler sorununun merkezine oturdu. İş yemekleri iftar yemeklerine, hoşça kal “Allah’a emanet ol”a, merhaba “selam’ün aleyküm” e dönüştü. O yıllarda, kendini ateist olarak tanımlayan bir profesör bir“bilim adamı”; “böyle demokrasi mi olur, insanlar inançlarını yaşayamıyor, başını örtemiyor onların özgürlüğünü savunmak gerekir” yandaşlığına soyundu. “Onların savunduğu dinselleştirilmiş toplum” denildiğinde, “düşünce hakkı” dedi. “Savundukları kadınların başına türban geçirmek” denildiğinde, “ha başörtüsü, ha türban... inançlarının gereğidir” dedi. “Evrim teorisi yanında yaradılışçılığı okutuyorlar” denildiğinde, “olsun o da bir teoridir” dedi. Böylece “özgürlükçü”, “demokrat”,”yandaş” Amerikan tipi solcular halkası da tamamlandı. Uluslar arası destekle siyasete, ekonomiye, yargıya, basına gereken ayarlar verildi. Orduyla hesaplaşıldı. Tüm bunlar halledildiğine göre toplumu yeniden yaratmak için eğitim doğrudan ele alınabilirdi.
Eğitim bir toplumun dönüştürülmesinin temel unsurudur. Eğitimi dinselleştirilme adımları daha pervasızca atılmaya başlandı. “Eğitimde iyi şeyler” yapıyorlar desteği ile öğretim programlarında ve okullaşmada niteliksel değişim başladı.
Değişimde ana eksen İmam Ha tip’leri öne çıkarmaktı. Bu okulların ortaokul kısmını açtılar. Özellikle de kız İmam Hatip Okullarının sayısını hızla arttırdılar. En iyi yerleşim ve derslikler İmam Hatip Okullarına ayrıldı. Daha önce farklı binalarda eğitim yapan İmam Hatip Okullarını da giderek diğer okullarla aynı ortamda ders yapar hale getirdiler. Üniversiteye giriş sınavında lise türlerine bağlı olarak farklı katsayı uygulaması vardı. Lise mezunu olan öğrenci lisede aldığı öğretim türüne bağlı olarak üniversite giriş sınavında ek puan alıyordu. Dolayısıyla bu durum İmam Hatip mezunlarının lehine değildi. Bu uygulama kaldırıldı. En son yapılan “yenilik” ise İmam Hatip Liselerinde okutulan derslerle ilgili. İmam Hatip Liselerinde okutulan Fen dersleri sayısı diğer meslek liselerinde olduğu gibi (ve doğal olarak) azdı. 27 Ocak’ta Milli Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulu İmam Hatip Liseleri 10. Sınıflarına diğer Anadolu Liselerinde olduğu gibi 6 saat matematik dersi, 2 saat fizik, 2 saat kimya, 3 saat biyoloji dersi okutulmasına karar verdi. Artık bu okullarda diğer Anadolu Liselerinde görülen bu dersleri okuyarak mezun olacak. Sonuç olarak İmam Hatip okulları üniversiteye girişte puan kaybı yaşamayacak ve okutulan dersler yönüyle de bir kaybı olmayacak. Üstüne de “iyi bir din eğitimi” alacak.
Öte yandan diğer okullarda da din dersleri arttırıldı. Arttırıldığı yetmiyormuş gibi, öğrenciler seçmeli olan din derslerini de almak zorunda bırakıldı. Evrim teorisi derslerinin yanına “yaratılış” teorisini yamadılar. Lisede okuyan kız öğrenciye evlenme yolunu açtılar. Yine 27 Ocak tarihli kararla seçmeli felsefe dersleri kaldırıldı. Seçmeli Türkçe ve zorunlu beden eğitimi dersleri de kaldırılıyor. Giderek artan biçimde ders kitaplarına dini göndermeler girmeye başladı. Örneğin yardımcı ders kitabında Said Nursi’nin sözleri yer alabiliyor.
Özel okul ve dershanelere gelince büyük bir çoğunluğu değişik cemaatlere bağlı kurumlar. Bu yolla yarattıkları siyasi ve maddi kaynağın boyutu AKP - Cemaat çekişmesi ile iyice açığa çıktı.
Ama asıl sorun eğitimin her kademesinde 1980’lerden bu yana örgütlenmeleri yani eğitimi kuşatmaları. Bu öyle bir kuşatma ki, matematiği matematik gibi, fiziği fizik gibi, tarihi tarih gibi anlatacak öğretmen kadroları oldukça az. Gerek milli eğitim gerekse okul yöneticilerinin önemli bir kısmı din dersi öğretmenlerinden ya da dinci militanlığını kanıtlamış kadrolardan oluşuyor. Atanan din dersi öğretmenleri o kadar fazla ki alanı olmadığı halde branş derslerine din dersi öğretmenleri giriyor. Atama bekleyen branş öğretmenleri ise umutla atama bekliyor. Ve bu militan kadro okullarda erkek kız öğrencilerin okula giriş çıkışlarını, merdivenlerden iniş çıkışlarını hatta yemekhanelerini ayırmaya başladılar. Yavaş yavaş da okullarda mescitler açılmaya başlandı.
Buna karşılık laik, demokrat hatta devrimci olduğunu söyleyen öğretmen örgütlenmeleri ne yapıyor? Bilmem. Bilen varsa bana da söylesin. Ama şunu biliyorum. Bu ülkenin halkı her türlü gerici saldırıya karşı, onların istediği “halk” değil! Sorun “aydın” sorunu. Aydın, “aydın” olmayı bilecek.